Işığı Ararken

Sevgili Okurlar,


Bu haftaki yazımda sizlere  farkındalık konusu üzerinde, üç ayrı kadın profiline dikkatinizi cekip, bu konuyu bu profiller üzerinden sizlere aktarmak istiyorum.


Bildiğiniz gibi, farkındalık konusunu, anda kalabilmek olgusunu farklı yönleriyle sizlere aktarmayı çok önemli ve değerli buluyorum. Çünkü bizler, ancak anın içinde olduğumuz zaman, hayatın keyfini çıkarabilip, küçük zenginliklerden büyük keyifler alabiliyoruz.


Bu haftaki yazımda ilk bahsetmek istediğim kişi, 1949 yılında  ‘The Observer’  isimli dergide fotoğrafçılığa başlamış, Jane Bown ismindeki sanatçı. Oldukça trajik bir çocukluk dönemi geçiren Jane Bown’un eserleri, günümüzde ise, büyük bir övgü ile anılmakta. Bown’un hayatını ele alan belgesel filme gittiğimde, karşıma başarılı bir kadın portresinin çıkacağını tahmin etmekteydim. Özellikle mesleki başarılarda ise, yapılan işin sevilerek yapılmasının ne derece önemli olduğunu da düşünerek, Bown’un işini severek yaptığını düşündüm. Filmde karşıma çıkan portre aslında oldukca ilginc idi. Jane Bown, savaş sonrasında ‘The Observer’ dergisinde fotoğrafçılığa başlar, haftanın 2 gününü Londra’da işini yaparak yaşarken, diğer günler Londra dışında üç çocuğu ile beraber sakin yaşamını sürdürür. Londra’da kaldığı sürece ise, öncelikle küçük çaplı gündelik eşyaların fotoğrafını çekerken, daha sonra ‘The Observer’ gazetesinin isteği üzerine kişilerin özellikle ünlü kişilerin fotoğraflarını çekmeye başlar. Jane Bown, dönemin Ingiltere’sinin orta sınıfından gelen, kendi halinde, minyon yapiılı bir hanımdır, gittiği mekanlarda, kendi kişiliğini öne koymadan adeta ‘egosuz’ bir şekilde, işini severek ve sessizce yapar. Işini yaparken sergilediği mütevazi duruşu, kişileri rahatsız etmeden, onların güvenini ve sempatisini kazanarak sakince çektiği resimler, kendisine zaman içinde olukça büyük başarılar ve ün getiririr.


Bown, çocukluğunu oldukça büyük bir trajedi içinde geçirir. 1925 yılında büyük bir ev içinde doğar. Babası 5 yaşında iken ölür, gerçek annesinin de kim olduğunu bilmeden teyze ve halaları ile büyür. Ancak 12 yaşına geldiğinde en sevdiği teyzesinin aslında annesi olduğunu öğrenir ve öz annesine karşı müthis bir kızgınlık duyar. Annesinin erken ölümü ile de, ön ergenlik ve ergenlik dönemini oldukça çalkantılı bir şekilde geçiren Bown, bu dönemde ise, pek çok bakıcı aileye gitmek zorunda kalır. Bakım için gönderildiği ailelere oldukça kolay bir şekilde adapte olabilen Jane, bu yeteneğini sonrasinda iş hayatinda, fotoğraflarini çekmek icin  gittiği ünlülerin yanında kendisini oldukça rahat ve sakin hissedebilmek olarak kullanır. Bunu elbette ki farkında olarak yapmaz belki ama, oldukça uyumlu olabilmeyi Jane çocukluk tecrübeleri sonunda adeta ruhsal olarak oğrenmiştir..


Sanatçı, belgeselinde, annesine karşı sonradan duyduğu kızgınlıkla ilgili pişmanlık yaşadığını ifade eder. Ona yeterince sevgi gösteremediğini ifade eder. Bunu bir nevi çözümleyemediği bir duygu olarak ifade eder. Ancak bu duyguyu sanatcı belki de, sanatına yansıtarak, beraber çalıştığı ünlülere gosterdiği koşulsuz sevgi ile bertaraf eder, ya da çözümler. Objektifin arkasinda, kendisini oldukca iyi hisseden Bown, fotoğraf çekerken, karşısındaki kişiye sevgi gönderdiğini ifade eder. Hic süphesiz ki, fotoğrafı çekilen her kişi Jane’nin portrelerinden çok etkilenir ve övgüyle bahseder. Pek çok ünlü kişiye, sanatcılardan, yazarlara, hatta Kraliçe Elizabeth’e kadar pek çok ünlü kişinin akıllarda kalan portre fotoğrafı çeker Bown. Sessizce işini bitirip kişilerin yanından ayrılan Bown, The Observer gazetesini kendi evi gibi görür.

Sevgi ve emek ile yapılan her işin başarı ile sonuçlanacağını gösteren, mütevazi, sirin bir kadının hayat hikayesindeki başarıyı öğrenmiş olmanın mutluluğu etkiledi beni. Ailesine ve çocuklarına verdiği sevginin yanı sıra, işini de
sevgi, mütevazilik ve denge ile yapabilen bir kadının başarı öyküsüdür karşımdaki..


Bir diğer örnek ise enerjisini ve sevgisini, verdiği pek çok anlamlı mesaj ile yeni nesili etkileyen başarılı başka bir kadın daha, Katy Perry. Katy Perry de özellikle genç nesile başarıları ile örnek oluyor. Konserine gittiğimde ona benzemeye can atan genç kızlar görüyorum. Harika bir şov ile şarkılarını söylüyor Perry. Şarkılarındaki mesajlar yeni çağın mesajları, oldukça etkileyici! Nedir bu mesajlar? Anı yaşamak, sadece bu anın içinde mutluluğu ve neşeyi hissedebilmek, her günümüzün aslında doğum günümüz olduğu gibi… Katy bir başka şarkısında ise, kadın olmanın güzelliği, neşesi ve gücünü enfes bir şekilde yansıtıyor! Hepsi de ne kadar önemli mesajlar! İşini severek ve mutlulukla yaptığı, dinleyenlere sevgi ve özen ile yaklaştığı her halinden belli olan Perry, kendisinden apayrı bir kulvarda yaşamış İngiliz Jane Bown gibi aynı güzel mesajları veriyor, işini sevgi ve severek yapıyor, insanlara sevginin ve neşenin güzelliğini yansıtıyor ışığı ile!


Son örneğim ise, gerçek bir kahraman değil, aslında bir film kahramanı.. Juliet Binoche’un oynadığı bir film olan ‘A thousand times goodbye’ isimli filmde, yine işini fazlasıyla severek yapan ve sonunda başarıya koşan bir fotoğrafçıyı oynuyor Binoche. Kendisi bir savaş yeri fotoğrafçısı.. İşi ve ailesi arasında çelişki yaşayan Binoche’un içsel yolculuğu anlatılıyor.


Her üç karakterde de ortaya çıkan özelliklere gelin beraberce göz atalım.. Öncelikle tüm karakterler, kendilerini başkaları ile kıyaslama yapmadan, kendilerini severek ve kendilerine şefkatle yaklaşarak kendilerini işlerine vermeleri, işlerini özenle ve saygı ile yapmaları, egoları ile hareket etmeyip, ürettikleri ile toplumlara ve evrene olumlu ve önemli mesajlar vermeyi hedeflemiş olmalarıdır. Tüm bu işleri yaparken, gerek fotoğraf çekerken, gerek şarkı söylerken, ya da üretirken elbette ki, anın içinde kalarak, anın içinde tüm enerjileri ile üretebilmeyi deneyimliyorlar. Bizlerin ‘flow’, yani akış şeklinde isimlendirdiğimiz duygu durumu halinde kalarak, anın içinde yaratımı yaşıyorlar. Üretim anında, kendi kimliklerinden sıyrılıp, tamamen önyargısız bir şekilde, zihinlerinde hiçbir etiketleme yapmadan, anı yaşıyorlar. Zihinleri ve bedenleri de aynı yerde olup tamamen anda oldukları için de müthiş bir doyum ve mutluluk haline giriyorlar.  Bu hali sürekli yaşayabilmek icin de düzenli bir şekilde iş hayatlarında yeni  hedefler  çıkarıp sabırla ilerliyorlar.


Sevgili okurlar, anın farkındalığında olmak bizlere bakın neler kazandırıyor! Zihnimizi türlü düşüncelerle doldurduğumuzda ise, kendimiz olamıyor ve yeni şeyler üretemiyoruz. Sadece üretememekle kalmayıp, adeta kendi karanlıklarımıza dönüp düşüncelerin yarattığı kaoslarda kayboluyoruz. Anda kaldığımızda ise, mucizeler oluyor, sevgi ve şefkatle yaklaştığımızda ise, ortaya sıcacık ürünler çıkıyor, fotoğraflar, iz bırakan eserler, şarkılar ve daha pek cok sanat eseri… Çocukluk travmalarımızı bile, şimdide kalarak, anın içinde yaratarak çözebiliriz, kendi kendimizi iyileştirme gücünü de sadece bu anın içinde bulabiliriz.


Sevgili okurlar, bu kadın portreleri bize ışık olsunlar, kendi gücümüze ve hayatımıza sahip çıkıp, yaratım gücümüzü kullanalım!


Sevgi dolu bir hafta dileklerimle