İnsan, toplum ve sorumluluk

Geçtiğimiz hafta, Hollanda medyasında iki olay dikkatlerden kaçmadı. Her iki olay da, insanın kanını dondurur cinstendi. Bunlardan birincisi, Amsterdam’da yalnız yaşayan ve vefat eden birisinin cesedinin iki yıl sonra bulunması. Diğeri de, 89 yaşında bir kadının, komşusu tarafından elleri ve kolları morarıncaya kadar dövülmesiydi. Her iki olay, her ne kadar istisna olsa da, bize, insanlığın nereye doğru gittiği sorusunu hatırlatıyor.

Birinci olay Amsterdam’ın Güney-Doğusunda yaşandı. Amsterdam’ın bu bölgesi genelde, farklı kültürlerden insanlardan oluşur. Aslında hareketli ve sosyal bir bölgedir burası. Hal böyle olunca, insanların birbirlerine daha çok dikkat kesilmeleri gerekir. Buna rağmen, tek başına yaşayan ve iki yıla yakın bir süredir ortalıkta görülmeyen birisinin komşular tarafından fark edilmemesi kolay açıklanacak bir olay olmamalı.

Öldükten iki yıl sonra farkına varılan kişi bir apartmanda yaşıyordu. Komşularına göre, içine kapanık birisiydi, çok fazla insanla iletişim içinde değildi. İşin garip tarafı, iki yıl süreyle evden her hangi bir garip koku gelmiyor, ev etrafında böcek, börtü dolaşmıyordu. Bunlar olmayınca, kimse tek başına yaşayan kişinin öldüğünün farkına bile varmamıştı. İşin ilginç bir başka yanı da, ev kirasının bankadan her ay otomatik ödenmesinden dolayı, kimsenin adamın öldüğünün farkına varmaması. 

Olayın medyaya yansımasıyla, Amsterdam’ın bu bölgesinde “yalnızlığın” önemli bir sorun olmasının yeniden gündeme gelmesi oldu. Aynı bölgede, 2022 yılında Ganalı bir kişinin cesedi de, öldükten tam üç yıl sonra bulunmuştu.

İkinci olay, Den Haag’da yaşandı. Gazetelerde "82 yaşındaki kadın, komşusu tarafından ağır şekilde darp edilerek hastaneye kaldırıldı” şeklinde yer alan bir olay tam bir insanlık ayıbıydı. Hastaneye kaldırılan yaşlı kadının fotoğraflarına bakmaya insan dayanamaz. 31 yaşındaki komşusu tarafından önce darp edilen, sonra merdivenlerden aşağıya atılan yaşlı kadının yüzü ve elleri mosmordu. Mağdur altı gün yoğun bakımda kaldı.

60 yıla yakın bir süredir Hollanda’da yaşayan ve bu güne kadar buna benzer hiçbir olay yaşamayan Türk kökenli Cemile Telli, iki hafta önce elleri ve yüzü de dahil olmak üzere ciddi yaralarla hastaneye kaldırılır. Den Haag’daki Türk kuruluşları ve DENK Partisi temsilcileri olayın üzerine giderler, Cemile Telli’yi hastanede ziyaret ederler.  

Açık, açık yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kokan bu olay üzerine Türk-İslam Kültür Vakfı Den Haag Başkanı ve sözcüsü Tahsin Çetinkaya şu açıklamayı yaptı: “Bir buçuk yıl boyunca savunmasız yaşlı bir kadının taciz edilmesi ve şiddet görmesi kabul edilemez. Toplum olarak bu şiddeti kınamalı ve herkes için güvenli bir ortam sağlamalıyız”.

Diğer taraftan, mağdur Cemile Telli’yi hastanede ziyaret eden DENK Partisi milletvekili Doğukan Ergin, olayı “ırkçı bir saldırı” olarak nitelendirirken, Telli'nin “evinden çıkmaya korktuğunu” belirtti. DENK Partisi, bu saldırıyı “artmakta olan İslamofobi eğilimi” olarak tanımlayıp, olay hakkında Temsilciler Meclisine yazılı soru yönelteceğini duyurdu.

Yukarıda yer alan iki korkunç olay, insanları önce ürkütüyor, sonra da derin derin düşündürüyor. Ne yazık ki, bu ve benzeri gelişmeler modernitenin, aşırı bireyselleşmenin ve egonun en üst seviyeye çıkmasının bir ürünüdür. Her ne kadar, bu güne kadar Hegel ve Marks’ı ötelesem de, yaşananlar, insanın ne kadar kendisine, çevresine, mahallesine, komşularına, yaptığı işe ne kadar yabancılaştığını göstermektedir.

Günümüz insanı, vahşi kapitalizm kültürünün hakimiyetiyle, ne kadar özünden uzaklaştırılsa da, insan ruhunda var olan, -bazen akıl ve mantık inkar etse de, Yaratıcı’yla asla ilişkisini kesmeyen- ilahi aşk, bir gün mutlaka uyanacak ve harekete geçecektir. İşte o zaman, insan, sadece komşularına ve etrafındakilerine karşı değil, tüm mahlukata karşı sorumlu olduğunun bilincine varacaktır.

Veyis Güngör
30 Ekim 2024