İlk günkü gibi kararlıyız!...

Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden tam bir asır geçti…

Almanya ve Japonya gibi dünya savaşlarında yerle bir olmuş ülkelerin tarihlerine baktığımızda; en fazla 25 yıllık bir sürede kendilerini toparlayıp, eskisinden daha iyi bir konuma geldiklerini görüyoruz…

Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar, o “25 yıldan”  tam dört tane geçirdi…

Üstelik İkinci Dünya Savaşı gibi çok önemli bir savaşa da girmeden…

Yani, kalkınma hamlelerini tam dört defa tamamlayacak fırsatı oldu Türkiye’nin…

O bahsettiğim ülkelere kıyasla!

Bugün itibariyle cevap verilmesi gereken soru şudur:

  • Ülkemiz, yüz yılın sonunda arzu ettiğimiz seviyeye ne kadar ulaşabildi?
  • Eğer diğer ülkelere göre geride kaldıysak, bu başarısızlığın temel sebepleri nedir?

Bu soruların muhatabı hem vatandaştır;  hem de vatandaş adına iktidar yetkisi kullananlardır…

Yetki devredilebilir ama sorumluluk asla devredilemez!…

Herkes kendi zamanının hesabını şeffaf bir şekilde vermelidir…

Şimdi konuyu biraz daha açarak ilerleyelim…

1923-1938 arasındaki ilk on beş yıllık sürenin sorumlusu M. Kemal Atatürk’tür…

Bu on beş yıllık sürede, kalkınma adına bir başarısızlık varsa, ilk faturayı ona keselim…

Tabi yiğidi öldürüp, hakkını da vererek!...

Aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı dönemi olan, devamındaki 1938-1950 arasındaki on iki yıllık sürenin sorumlusu da İsmet İnönü’dür…

Bir yandan, savaşın etkilerini önlemek için alınan aşırı ve bunaltıcı tedbirler; diğer yandan,  kurucu elitlerin halkı modernleştirmek adına yaptığı vahim hataların hesabı haliyle İnönü’den sorulacaktır!...

Kişisel kanaatime göre, 1938-1950 arasındaki bu dönem Cumhuriyetimizin en sorunlu dönemidir!...

1950-1960 arasındaki on yılın sorumlusu ise Adnan Menderes’tir…

Türkiye’nin Sovyet tehdidi karşısında ABD ve NATO müttefiki olduğu, Kore Savaşları’na asker gönderdiği dönem yani…

Stalin’in azgınlaştığı,  Giresun ve Gümüşhane’yi bile Gürcistan sınırları içine katmak istediği dönem…

Bu konular niye çok çabuk unutulur anlamıyorum!...

Dünyanın soğuk savaş yaşadığı 1960-1980 arasındaki 20 yıllık sürenin başlıca sorumlularına gelince;  Cemal Gürsel ve  yine İsmet İnönü  ile birlikte (5 yıl), Hayri Ürgüplü (1 yıl), Süleyman Demirel (12 yıl), Bülent Ecevit (6 yıl), Necmettin Erbakan (4 yıl), Alparslan Türkeş (4 yıl) isimleri  karşımıza çıkar…

Milli birlik ve bütünlüğün neredeyse paramparça olduğu; yabancı istihbarat ajanlarının her tarafta cirit attığı o meşhur 20 sene!

1980-1991 arasındaki 11 yılın sorumluları yalnızca iki kişidir:  Turgut Özal ve Kenan Evren…

Bu adamların başarısızlık adına ileri sürecekleri hiçbir mazeretleri yoktur!

Çünkü, 12 Eylül İhtilali onlara çok elverişli ve sakin bir zemin bırakmıştır…

Bunun devamında, 1991-2002 arasındaki 11 yıllık sürenin sorumluları öncelikle şu isimlerdir:

Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Ahmet Necdet Sezer ve Devlet Bahçeli …

Çeşit çeşit koalisyon pazarlarının kurulduğu; tabiri caizse tek doğuma kırk ebenin girdiği bir dönemdir bu dönem…

Ve son olarak, en uzun onarım dilimi diyebileceğimiz 2002-2023 arasındaki 21 yıllık süre…

Recep Tayyip Erdoğan, bu sürenin tamamından sorumlu tek yetkilidir.

Fakat onun yanında;  Ahmet Necdet Sezer (5 yıl),  Abdullah Gül (7 yıl), Ahmet Davutoğlu (3 yıl), Binali Yıldırım (3 yıl)  ve Devlet Bahçeli (7 yıl) de adlarına fatura düzenlenecek olan diğer kişilerdir…

Kimsenin hakkını yemeyelim:

Erdoğan dönemi dediğimiz bu dönem, Atatürk’e ait ilk on beş yıllık dönemden sonra; kısa süreliğine de olsa, halkın  kendini daha müreffeh hissettiği ikinci bir dönem olmuştur!...

Bugün en alt gelir gruplarının ona inadına sahip çıkmasının sebebi budur!

Söz konusu halk kesimi, şu an itibariyle o pozisyonunu kaybetmiş olsa bile; dönemin mimarından umudunu hâlâ kesmiş değildir!...

Meseleye ideolojik bakarak, ne sağın solu suçlaması, ne de solun sağı suçlaması anlamsızdır…

Kalkınmayı tamamlamak için; her iki tarafın da eline yeterli iktidar süresi fazlasıyla geçmiştir…

Bombalarla tarumar olmuş ülkeler, olayın üzerinden  25 sene geçmeden eskisinden daha güçlü bir hale gelebiliyorsa;

Onların 25 senede başardığını, bizimkiler 100 senede niye başaramadılar?

O sebeple, Cumhuriyet adına yetki  kullanan herkes bu başarısızlıkta belli oranda pay sahibidir.

Yüzyıl sonra bulunduğumuz nokta, vatandaşlarımızın kalkınmayı ve refahı hissetmediği bir nokta ise; sadece şimdiki iktidarı değil, gelmiş geçmiş tüm iktidarları ayrı ayrı sorgulamak lazım!...

Geçen onca yıldan sonra tam anlamıyla;

  • Ne Avrupalı olabildik, ne de Asyalı…
  • Ne milli olabildik, ne de ümmi…
  • Ne laik olabildik, ne de hakkınca dindar…
  • Ne demokrat olabildik, ne de otokrat…

Çağdaş da olamadık, muhafazakar da kalamadık!…

Sürekli aralarda dolaştık…

Bir türlü kendimizi bulamadık…

Bir elimizde tespih, diğer elimizde Amerikan sigarası…

Gündüz Ahmet Kaya konserine gittik, gece ülkü ocaklarına!

Dün sakal bırakanlar bugün sakalsız…

Dün sakalsız olanlar bugün sakallı…

Dün sağcı olanların çoğu, bugün solcu gibi yaşıyor;

Dün solcu olanların çoğu, bugün sağcı gibi yaşıyor…

Dün, duvarlara “kahrolsun materyalizm” yazanlar, bugün ihale kavgasında!...

Ne giydiğimiz kot pantolonun bir hayrını gördük, ne de şalvarın…

Ne festen vazgeçebildik, ne de şapkadan…

Dün şikayet ettiğimiz şeyleri, bugün ölümüne savunuyoruz!

Hiç okumadan  alim olmayı,  hiç çalışmadan da zengin olmayı kafaya koymuşuz…

Muhacirlik zamanlarında, çaresiz insanların “at da çalınacak, namaz da kılınacak” dediği rivayet edilir…

Bugünün, o dönemden  pek bir farkı yok…

Kamu malını talan edenler, camilerin yine en ön safında!...

Dün matbaaya niye yetişemediysek, bugün teknolojiye aynı sebeple yetişemedik!

Ne ağalığı bitirebildik, ne de beyliği…

Efendiliği bir türlü kendimize yakıştıramadık…

Devletin gücüne, paranın da tadına doyamadık!

Yandaşı doyurmaktan, cahili avutmaktan bıkmadık…

Plan ve programla ilerlemeyi başaramadık!...

Yüzüncü yılın sonunda ısrarla;

  • Oku” emriyle başlayan Kitabı okumamakta;
  • Anlamadığımız dilde dua etmekte;
  • Çıkardığımız kanunları çiğnemekte;
  • Kandırıldığımızı bile bile kandıranlara inanmakta ilk günkü gibi kararlıyız!...