İhtarnameden sanat çıkar mı?



Karolin Fişekçi’den söz ediyorum.

Gereğinden fazla bir teşhircilik altında saklanmaya çalışılan derin bir hüzün seziyordum gerek Sabah gazetesine Nurdeniz Erken’e gerek

Habertürk’ten Gülenay Börekçi’ye gerek Hürriyet Gezetesi’nde Ayşe Arman’a (ki sonuncusu cidden çok gereksizdi) verdiği röportajlarında.

Kendini Masumiyet Müzesi romanındaki Füsun’a benzetmesi, “hala birlikte misiniz?” sorusuna “Bu soruya cevap vermek istemiyorum. Hiç sormamış olsanız!” “evet mecbur kaldım açıklama yapmaya” “Orhan bana bıraktı her şeyi” “soykırım demedi, dese önce beni bulur karşında”lar falan...

Olmayan bir “iktidarın” göstergeleriydi aslında.

Bugün balon patladı. Ayşe Arman’ın “hiçbir zaman ortalığa dökülmeyen sağlıklı, kanlı canlı, ateşli erkek kimliği üzerindeki dokunulmazlığı kaldırdığınızı düşünüyor musunuz?” diye sorduğu Orhan Pamuk, avukatları aracılığıyla ihtarname çekti!

Karolin kız arkadaşı değilmiş... Amerika’daki alışveriş merkezinden sonra bir daha hiç görüşmemiş, iletişmemişler... Onu, adına konuşmaya yetkilendirmemiş... Hem ahlaksızlık hem de suç işliyormuş. Devam ederse suç duyurusunda bulunacak ve tazminat davası açacaklarmış..

Of of of..

Bu işte çok fena bir son oldu.

Tabii insan sormadan edemiyor: Ayşe Arman röportajına kadar neredeydiniz? Hürriyet’ten başka gazete okumaz mısınız?sonra röportajları hızla yeniden okudum. Gülenay Börekçi röportajında aslında her şey açık saçık ortadaymış. Orhan’a aşık olunmuş, evet güzel güzel sevişilmiş ama hayır! Bir aşk ilişkisi tesis edilememiş ve bu Karolin Hanımı bir hayli acıtmış. Ve pek belli ki Karolin Hanım hafiften psikopata bağlamış. Yani Masumiyet Müzesi’ndeki

“Füsun”dan ziyade Fatal Attraction filminde Glenn Close’un canlandırdığı yayıncı “Alex” karakteri olmuş.

Aşk acısı, çok ciddi bir acı. Küçümsemeyin sakın. O kadar ki ölüm nedeniyle kayıp acısıyla kıyaslanıyor aşk acısı. Yani ölüm ve aşk aynı hasarı verebiliyor. Her ikisi de kayıp zira. Ama aşkta “beğenilmeme” nedeniyle bir kayıp var ki işte adamı yere seren de o oluyor: “Beni neden sevmedi?” “Bana niye benim ona olduğum gibi aşık olmadı?” “Benim neyim eksik?”

Neydi sıra hatırlayalım: İnkar, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme...

Röportajları yeniden okuyunca tam da bunu görüyor insan.

“Bana Kar diye hitap ediyor.” “Yatakta bomba gibi” “O yokken çokyaptım, hepsini ona yolladım”

Hmmm. Kendini hatırlatma, “beni biraz tanısa aşık olur” umudu. Orhan Pamuk’un arayıp da bulamadığı hayat arkadaşı olduğundan emin. Sorun, karşı tarafın onu yeterince tanımıyor olması sadece. O yüzden aşık, durmadan maşukunun hayatına nüfuz etmeye çalışır. Zırva zırva mesaj atmalar, hediye almalar, iyilik hoşluk yapmalar, yapmaya çalışmalar hep “yahu ben nefis bir insanım, benim gibisini bir daha nerede bulacaksın” sendromudur.

Sonra öfkelenmiş. “Hiç espri yapamıyor. Espri yapmasını öğrenmesi lazım” “O Hintli kadın bir hiç..” “Ben onunla var olmadım, ben de süper bir sanatçıyım”

Sonra bakıyorsun pazarlık ediyor: “Karşılıklı konuştuğum kişiler beni daha iyi tanıma fırsatını buluyor. O zaman da Orhan’ın ne kadar şanslı olduğunu anlıyorlar.” “Ben o kadını kıskanmadım. Ama onu mutlu eden benim, bonusları başkasının toplamasına dayanamadım sadece”. Yani bak gel sana börekler açayım, ne yapacaksın o kadının zencefilli yemeklerini diyor.

Ve feci son: Daha “kabullenme” aşamasına gelemeden “ihtarname” yemek!

Aşk acısından daha beter ancak bu olabilirdi. Rezilik.com.tr

Allah düşman başına vermesin.

Fakat bundan sonra işler daha eğlenceli hale gelecek gibi görünüyor.

Karşı bombalar mutlaka gelecektir. “Tutkulu aşk”ın detayları “karanlık” yönleriyle de ortaya çıkacak.

Veya en güzeli: İhtarname çok şahane bir sanat eserine dönebilir.

Göreceğiz.