İdrak tutulması
Nüfus artışı, kentlere göç, yoksulluk ve metropollerin çevresinde toplanan yığınlar, süren eşitsizlik ve adaletsizlikler, büyümenin gerekçesi olarak gösteriliyor. Kitlelerin istihdam ve işsizlik için de daha çok üretim, hızı yavaşlamayan büyüme, daha çok bilim ve teknoloji gerekir, deniyor. Ancak bu sorunların sebebi, çözüm olarak gösterilen şeyin ta kendisidir. Bir fasit daire içinde hareket, her geçen gün ruhu biraz daha karartıyor, S. Hüseyin Nasr'ın deyimiyle kararan ruh idrak tutulmasına yol açıyor. İletişim, interaktif beşeri ilişkiler, birbiri içine girmiş kent hayatı, medya, eğitim ve başka faktörlerin de etkisiyle bundan etkilenenler yine geniş kitleler oluyor. Entelektüellerin kaybolduğu bu modern çölde zaten bilim adamları (tabiat ve beşeri-toplumsal bilimlerde çalışanlar) ve aydınların tutulmuş bulunan idrakten haberleri yok, onlar sürecin mimarları olarak iş ve işlev görüyorlar. Dünya nüfusunun yüzde 3'ü beynini çalıştırıp tasarlıyor; yüzde 17'si yönetiyor, yüzde 80'i amelelik yapıyor.
Martin Buber bu derin insani trajediye "tanrının tutulması" demişti. Buber'in dediği Nietzsche'nin "tanrıyı öldüren" metaforundan biraz farklı bir şeydir. En doğrusunu Kur'an buyurmuştur: "Allah'ın unutulması." Allah'ı unutan insanlar bir süre sonra kendi nefislerini, özvarlıklarını da unutur hale gelirler ki, idrak tutulmasının sebebi budur.
Bu işlemin merkezi Batı'dır. Son helezonik zaman diliminde de, "Doğudan doğan güneşin ışınları" Batı'ya varınca hayli zayıfladı, pek aydınlatmayan, pek ısıtmayan naif huzmelere dönüştü. Kadim zamanlarda da böyle olmuştu. Grekler Doğu'dan aldıkları "hikmet"i "felsefe"ye çevirdiler ve bu yüzden onlardan tahsil etmeleri beklenen "hayır"dan mahrum kaldılar. Batı Roma'nın yıkılışından sonra Kıta Avrupa'sı, Kudüs menşe'li Hıristiyanlığı aldı, Avrupalı kavimlerin paganizmi içine yedirdi, zorba Roma devletini model seçip Petrus'un mezarı üzerine "dini Roma"yı inşa etti. Bu açıdan bakıldığında Doğu Hıristiyanlığı ile Batı Hıristiyanlığı arasında dağlar kadar fark var. Ve en son Müslümanlar kadim Babil, Mısır, Yunan, İran, Çin ve Hind hikmet, bilgi ve felsefe mirasını Kur'an'ı üst referans çerçevesi tutarak diriltip yeniden formüle etti. Yine Avrupa İspanya ve Sicilya üzerinden Abbasilerden aldıklarını 18. yüzyıl Aydınlanmasına çevirdi, bundan modernite, laiklik, sekülarizm, rasyonalizm, hümanizm ve ulus devlet imal etti. Dünyayı da yaklaşık 300 senedir iç muhtevalarını değiştirdiği mirasın imkânlarını kullanarak tahakkümü altında tutmaktadır.
Geldiğimiz yeni beşeri durumda farklı bir varlık tasavvuruna ve hayat tarzına ihtiyacımız var. Ne bu nihilist zihniyet ne bu hayat tarzı sürdürülebilir. Modern dünya mümkün dünyalardan biridir; ancak insana ve canlı hayata yönelik riskleri ve çatışma katsayısı en yüksek dünyadır. Elbette yeni bir dünya mümkündür. Daha adil, daha özgür ve ahlaki değerlere daha bağlı bir dünya. Böyle bir dünya için ortak sorumluluklar ve çabalar gerekir; bunu da her dinden, her bölge ve sınıftan hanif ruhlu insanların üstlenmesi beklenir. Zamanımız için sorumluluk üstlenecek "hanifler"i entelektüeller, filozoflar ve sanatçılar için kullanıyorum; kesinlikle onların geliştireceği çabayı akademisyenlerden, sosyal bilimcilerden, tabiat bilimcilerinden, stratejistlerden; insan hakları derneklerinden, feminist hareketlerden, sivil toplum kuruluşlarından uzak tutmalıyız. Geçen yüzyıl boyunca insanlığa büyük acılar çektiren faşizm ve komünizmin "resmi ideolojileri" vardı, 21. yüzyılda sözünü ettiğim dernekler, hareketler ve kuruluşlar hükümetleri, bakanları, sözde demokratik karar alma mekanizmalarını muhasara altına alıp kendi görüşlerini empoze ederler; devletin resmi görüşü yerine, sivil görüşü resmileştirirler. "Devlet"in yerini "sivil resmi görüş" alınca hiçbir şey değişmiyor.