İddialı adımlar atılması zamanı

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer dün Yunanistan’da idi, bugün ise Ankara’ya bekleniyor. Salı gün ise tekrar adaya dönecek, tabii Yunanistan üzerinden.
Downer arayış halinde. Kedi balığa tövbe etmiş misali, acaba Kıbrıs görüşmeler yeniden başlayabilir mi, taraflar çözüm için siyasi irade sahibi mi sorularına cevap arıyor.
Hâlbuki durum çok net.
Rum tarafı birkaç gündür ayakta.
BM genel sekreterine nasıl başvuru yapabileceklerini, Downer’in yerine bir başkasının atanmasını nasıl isteyebileceklerini tartışıyorlar hem siyasette, hem basında…

Niye görevden alınmalıymış Downer?
Çünkü suçu çokmuş…
Bir kere, ikide bir “işgal altındaki” bölgelerdeki “kukla yöneticiler” ile görüşmekte, onların “ayrılıkçı taleplerine” destek vermekteymiş.
Sonra, “işgal bölgelerinde” BM Güvenlik Konseyi beş daimi ülkesinin büyükelçileri ile yemekli toplantı düzenlemiş… Neyse ki “işgal meşrulaştırılmamış” İngiltere ve ABD dışındaki Fransa “protesto” edip katılmamış, Çin ve Rus büyükelçileri ise bu girişme karşı durum reddetmişler daveti.
Peki toplantı nerede olmuş?
İngiltere’nin Shakespeare House dediği, Dereboyu Caddesindeki İngiltere’ye ait binada…
Bu bina nerede? Rum kesiminde başlayan, Türk kesiminde devam eden, muhteşem bir bahçesi olan ve ara bölgenin olmadığı bir yerde… Ayrıca, hani elçilik binaları ait olduğu ülke toprağıydı?

Hikaye canım, mesele kavga etmek, gerisi hikaye.
Adamlar bıkmış sabah akşam kriz konuşmaktan… Avrupa’nın taleplerinden, kemer sıkma politikalarından kafayı yemişler, Kıbrıs Türklerine, Downer’e falan sarıyorlar… Anlayış göstermek lazım. Sonra, nihayette onlar Rum, büyük günümüz Avrupa medeniyetinin borçlu olduğu büyük Yunan medeniyetinin mirasçısı. Şimdi onlara anlayış gösterilmeyecek de barbar Türklerin son uç beyliği Kıbrıs Türklerine mi gösterilecek?
İşe bakın, başbakan da yetmemiş, Downer bir de Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün’ü ziyaret etmiş.
Şimdi biz bizi adam yerine koyup görüşmez, dolaylı yollardan iş kotarmaya çalışıyoruz ama elin adamı randevu alıp görüşüp “neler oluyor” sorusuna “görüşmeler nasıl başlayabilir” arayışına cevap arıyor.

Nasıl aramasın ki… ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğunda bir hiperaktif oturuyor. Eskiden “durumu idare” siyaseti ile “durum idare ediliyordu.” Adam “çözüm” diyor, “meseleleri halledelim” diyor, “sürüncemede konu kalmasın” diye dövünüyor.
Bakın neredeyse randevusuz Türkiye’yi ziyaret edecek. Gün aşırı burada. Hayırlı mı? Şimdiye kadar öyle görünüyor, yarın ne olur bilemem. Doğrusu bu Amerikalılar ile ne yenip içildiğine dikkat edilmeli, bir de hesabın nasıl ödeneceğine.
İşte görüyorsunuz Kürt açılımı ne boyutlara geldi. Örgütün askeri çete reisi dağda basın toplantısı düzenliyor, bizim komutanların birçoğu “çete yokmuş” ama çete üyeliğinden hapiste… Türk bayrağı ile yürümek “bölücülük” ama örgütün bayrağı ile kutlamalar yapmak barış taraftarlığı… Barış ne, bölücülük ne, vatanseverlik ne hepsi karışmış.
Kesin olan bir şeyler pişiyor.
İster Rumlar mutlu olsun, ister Türkler mutlu olsun bir şeyler pişiyor. Kokusu? Daha tam gelmedi, şimdilik tam kestirilemeyen bazı kokular var; umarım güzel kokular gelir nihayette…

Ama görüşme sürecinde değişikliklere gitmek de giderek zaruri hale gelmekte. Kabul etmek gerekir ki BM genel sekreteri iyi niyet misyonu çerçevesinde yürütülmesi gereken bu görüşme sürecinde yapısal değişiklikler artık kaçınılmaz oldu. Öncelikle bir şekilde Avrupa Birliği bu sürece dahil edilmeli. Gözlemci mi olur, gözlemeci olarak mı katılır bilemem ama sonuç AB’yi birincil derecede ilgilendiriyor ve “birincil hukuk” olacak ise AB’ye de söz söyleme hakkı doğar. Beşi bir yerde diye dalga geçtiğimiz BM daimi beş üyesinin de süreci daha aktif takip etmeleri imkânı yaratılmalı. Sonra tabii ki sürecin bir takvimi ve o takvimi anlamlı kılacak bir ceza hükmü olmalı.

Öyle geçen süreçler gibi sonuçta “eeeh yapamadık, gelecek defaya gari” deyip işin içinden çıkamamalı sorumlu olan taraf, faturayı ödemeli.
İşte anladığım Downer tüm bunları konuşuyor, nabız yokluyor ve ne zaman başlayacak ise yeni süreç bir “big bang” ile yani “büyük patlama” ile, yani herkese “bu kez işler farklı galiba” hissini verecek karşılıklı ve anlamlı güven artırıcı adımlar ile başlamasını hedefliyor.
Ne olabilir bunlar?

Uzağa bakmaya, büyük keşifler yapmaya gerek yok.
2004’de söz verilen Rumların karşı durmasıyla hayata geçirilemeyen doğrudan ticaret tüzüğü meselesi var. KKTC’den AB ülkelerine doğrudan ticaret ve yine belki başlangıçta Türkiye ve AB ile sınırlı Ercan’ın uluslar arası uçuşlara açılması ve bunun karşılığında Türk liman ve havaalanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti’ne açılması….
Çok iddialı değil mi? Ama eğer başarı isteniyor ise iddialı adımlar atılması zamanı gelmedi mi? Durumu idare eden adımlar sadece durumu idare eder, o kadar…

(Star Kıbrıs'tan)