İçimize sinmiş bağnazlık ve Malatya\'daki yıkım...

Anadolu\'da, İstanbul\'da, gündelik hayatta her türlü bağnazlık örneğiyle yüz yüze gelmeyi sürdürüyoruz.

Malatya’daki Ermeni mezarlığına yapılan ‘son dua yeri’, gasilhane ve bekçi evinin bir gece ansızın yıkılması sonrasında, Belediye Başkanı Ahmet Çakır’la ve AB’den Sorumlu Bakan Egemen Bağış’la konuştum.
Egemen Bağış üzgündü. “Ulaşamadım” notuma alınmıştı. “Ben dönüp seni aradım, ben ulaşamadım” diye not bile atmıştı. Çağrılara baktığımda gördüm, haklıydı, aramıştı. “Kötü niyetli olduğunu sanmadığım bir yanlışlık olmuş. Düzeltecekler. Ben de takipçisi olacağım” diyen Bağış, olayı ilk duyduğunda “Bunu nasıl anlatırız” endişesine kapıldığını da itiraf etti.
Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı’yla da olayın akşamı konuştuk. “Yalnızca bekçi yerinin yıkılması için gitmişlerdi. Bir iletişim kopukluğu olmuş hepsini yıkmışlar. En yakın zamanda son dua yerinin ve gasilhanenin yapımını bizzat belediye olarak biz gerçekleştireceğiz” şeklinde bir yaklaşım sergiledi. 

Eski refleksler 
Malatya’da 5 yıl önce Zirve katliamı gerçekleştirildi. Şehirdeki ‘potansiyel’, Ergenekoncular tarafından fark edilmişti. Aslında, çok eski tarihlere uzanan bir birikimden söz edebiliriz… (1970’lerde kentin belediye başkanı olan Hamid Fendoğlu’nun bir bombalı paketle öldürülmesinden sonra şehrin altı üstüne gelmişti. Alevi-Sünni çatışması kışkırtılmış ve 12 Eylül darbesine giden yolun taşlarından birisi de Malatya’da döşenmişti.)
Muhafazakârlık ve dini bağnazlık arasında ince bir sınır olduğunu söyleyebiliriz. Bu sınır; siyasi istismara, kitlelerin toplumsal çatışmalara yönlendirilmesine her zaman açıktır. 1970’li yılların sonunda Kahramanmaraş, Sivas, Çorum, Elazığ, Malatya vb. olaylar bu olgunun acı örnekleridir.
Ne olursa olsun, hem toplumun geneli hem de dindar kesim, yaşananlardan bir takım sonuçlar ve dersler çıkarttı, çıkartmaya da devam ediyor. Darbelerin acısını yaşamış çevreler, kendi geçmişlerinde darbecilere, Türkiye’yi iç kaosa sürüklemek isteyenlere ne kadar prim verildiğini sorgulamaya başladıkları oranda, olayları daha geniş ve önyargısız bir eksenden değerlendirebiliyorlar. Diğer yandan, geçmiş reflekslerden kurtulmanın hiç kimse için kolay olmadığı açık... Malatya’daki son yıkım olayına dönersek şunu söyleyebiliriz: ‘Yanlışlık’ sözcüğüyle geçiştirilemeyecek ciddiyette bir durumla karşı karşıyayız. Bu tespiti tam olarak yapamadığımız sürece, ‘yanlışlıklar’la başa çıkmamız da pek mümkün olmayacak. Malatya’da bir Ermeni mezarlığının varolması, bir avuç da olsa Ermeni’nin varolma mücadelesi vermesi, bir yönüyle bakıldığında, bir umut kaynağı. Bu yaklaşımı paylaşanların sayısının yavaş yavaş da olsa artış gösterdiğini söylemek mümkün.
Tabii, ‘eski refleksler’ ve ‘siyasi rant avcıları’, ‘gerçekliğin diğer yüzü’ olarak karşımızdalar. 3 hafta önce Malatya’ya gittiğimde, Ermeni mezarlığına yapılan bu yeni binanın bazı kesimleri harekete geçirdiğini duymuştum. 

Birileri imza topluyor ve “buraya kilise yapıyorlar” diyerek AK Partili belediyeyi yumuşak karnından vurmaya çalışıyordu. Muhafazakarlık ile “dini bağnazlık” arasındaki ince sınırı iyi hesap edebilen bu çevreler, belediyeyi “gavurla işbirliği yapıyor” diyerek zora sokmaya niyetleniyordu.
Bu kesimlerin bir anlamda amaçlarına ulaştıklarını söyleyebiliriz. Yıkımın tesadüf olduğunu düşünmüyorum. O binayı yıkmaya gidenlerin arkasında da bir ‘birikim’ olduğunu tahmin ediyorum. ‘Öteki’ne karşı geri bir zihniyetin hâlâ toplumumuzda önemli izleri olduğunu biliyoruz ve görüyoruz.
Anadolu’da, İstanbul’da, gündelik hayatta her türlü bağnazlık örneğiyle yüz yüze gelmeyi sürdürüyoruz. “Dini muhafazakarlık” ve “ırkçı-milliyetçi bağnazlığın” (birbirinden uzak gibi görünebilen bu iki akımın) birbirini kışkırtması, tablonun bir diğer dramatik boyutu. Ergenekoncuların yoğun olarak kullandığı ‘misyonerlik’ paranoyasının yalnızca onlarla sınırlı kalmadığı, yurdumun önemli bir gerçeği.
Tesadüf olmayan, sürpriz olmayan bir yıkım bu. Yaşananları analiz etmeye ihtiyaç duyanların ana çıkış noktası da herhalde bu olacak… Belediyenin yıkımı üzüntüyle karşılayarak “telafi” sözü vermesi, her şeye rağmen, bir teselli olarak değerlendirilebilir.

(Radikal)