Hüzünlü düşler



Zaman, su gibi akıp geçerken uykusuz gecelerin yorgun patikalarından, bir gökkuşağının ışıltısı kamaştırır arşı. Ve ansızın, birdenbire, haykırırcasına tutulup kalır kuşların cıvıltısı. İnsanın içini ısıtan ılık bir rüzgâr eser kar kokan dağların doruklarından. Gözler kapanıp bir cennet hayal edilir ve en derin kuyulardan doğar sevgiye dair yazılan hazin mısralar.

Yeniden dirilircesine prangalara mahkûm edilen umutlar, aynalardan yansıyan buğulu serapları getirir dünyaya ve hayalle gerçek arasında oluşan soru işaretleri mesken tutar zihinleri. Düşünceler yazılırken ateşten ırmaklara, yanarak akıp giden küller serpilir en kimsesiz yüreklere. Bir tutam yalnızlık ekilir bahara ve yaz ile kış kadar uzaklaşır vuslata açmak için bekleyen çiçekler.

Sonsuzluğa çağıran rüyaların her sabahında, yeni ayrılıklara açılır karanlık perdeler ve duygusallığa bürünen yağmurlarla yere düşer en güzel dizeler. Sessizliğe bürünen şehirlerde, geceyi bekler kalabalıklara kırgın insanlar. Gün çabuk geçsin ve bitsin isterler can acıtan iniltiler.

Gece; bir ömrün en sade, en çıkarsız, en yalnız iniltilerine yarenlik yapar ve tesellisiz nasihatlere gebe bir susuşa büker boynunu. Uzaklardan bir yerden, dinleyenleri mest eden bir fon müziği duyulur, sağırlaşmışçasına yönelir duygular o büyülü sese ve bir damlaya hapsolunmuş film şeritleri geçer hafızalardan hayata dair.

Düşülen duvarsız boşluklarda, bir merdiven inşa edilir hayalen de olsa. Gerçekleştirmek içindir, çıkmaz sokaklarda sıkışıp kalan o umut dolu düşler oysa. Tek başına, yapayalnız, kalabalıklardan sıyrılmışçasına bir hüzün gerekir yeniden doğmaya ve her şey, işte o zaman başlar kendin olmaya.