Öncellikle başta Suruç’ta kalleşçe bombalama olayında yaşamını yitiren tüm gençlerimize, IŞİD ve PKK saldırılarında öldürülen asker ve polislerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve bütün milletimize başsağlığı dilerim.
Hunharca saldırıyı gerçekleştirip masum hayatları hayattan koparanları da şiddetle lanetliyor ve onları Allah’ın en kahhar azabına havale ediyorum.
Şüphesiz ki bugünlere gelinmesinde tüm toplumun payı olmakla birlikte en büyük aslan payı muhalefet partilerine ve son 13 yıldır iktidarda olan Ak Parti hükümetine düşmektedir.
Afyon’dan yola çıkıp Diyarbakır’da soluğunu alan Ak Parti’nin lideri Erdoğan, yüz yıllık kangren haline gelen, uluslar arası emperyalistlerin eliyle çözdürülmeyen, ülkenin enerjisini, canını ve ekonomisini alan Kürt sorunuyla ilgili söylediği ve verdiği ilk vaat başta Kürtlerde ve toplumun tüm kesimlerinde büyük heyecan yaratmıştı.
Sağcısından solcusuna, demokratından liberaline, dinlisinden dinsizine, ateistinden komünistine, yoksulundan zenginine ve bu toprakların bağrından çıkan her tohumundan çok farklı kesimlerine kadar Erdoğan’a büyük destek verildi.
İş dünyasından TÜSİAD’dından MÜSİAD’ına, TOBB’undan IMF’sine, Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’ine, AB’sinden ABD’sine kadar bu destek giderek çığ gibi büyüdü.
Bu ülkenin bilinen bütün entelektüel müdafaa hattı, toplumsal barışın bir toplumsal adaletle çözülmesi adına, Kürt sorununun adil, onurlu ve eşitlik temelinden çözülmesi adına aylarca, yıllarca kendi köşelerinde, televizyon ekranlarında Erdoğan ve Ak Parti hükümetine destek verdiler.
Ahmet Altan, Mehmet Altan, Ahmet İnsel, Ali Bulaç, Doğu Ergil, Cengiz Çandar, Can Dündar, rahmetli Mehmet Ali Birand, Kürt kökenli DEP eski milletvekili Sedat Yurtdaş ve şu an aklıma gelmeyen yüzlerce entelektüel destek verdi.
Evet, bu ülkenin adeta entelektüel müdafaa hattını oluşturan yüzlerce yazar, çizer ve aydın kesim Erdoğan ve onun partisine destek verdiler.
PKK’nin içindeki ulusal ve uluslar arası ajan ve servislerin bütün provakatif eylemlerine rağmen, CHP, MHP gibi partilerin barış süreci karşısında yalpalamalarına rağmen bu ülkenin insanı sonuna kadar barışta ısrar etti ve barış sürecine destek verdi.
Bu geniş tabanlı toplumsal desteğin heyecanı Batı’dan Doğu’ya, Kuzey’den Güney’e kadar her tarafı sardı. Bu heyecan aynı zamanda ekonomiye, büyümeye de yansıdı. Toplum yarınlara daha güven ve umutla bakmaya başladı.
Ve en önemlisi de insanlar mutlu hayal kurmayı öğrendi.
Şahsım adına söyleyeyim ki; kendi küçük çaplı dünyamda tüm risklere ve PKK’nin tehdidine rağmen Ak Parti hükümetinin attığı bütün demokratik atılım, adım ve hele hele barış sürecini ölümüne savundum.
Yağmanın, sömürünün, talanın, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, eşitsizliğin ve en önemlisi de kardeş kavgasının sonlandırılması adına destek verdim.
Kalkınma, büyüme, ilerleme ve adalet adına destek verdim.
Bir avuç zenginin, bir avuç hırsızın ülkenin ve halkın kaderini elinde tutmasına, vatan, millet, Sakarya adı altında ülkenin tüm kaynaklarını talan etmesine, yağmalamasına, savaş baronlarının milyar dolarlarca silah tüccarlığında gençlerimizin kanını dökerek kazanç sağlamasına karşı çıktığım için Ak Parti hükümetine destek verdim.
Kürt halkının sırtından inmeyen PKK sopasına, hegemonyasına, KCK’nın hiçbir evrensel adalette yer almayan cuntacı, faşist anayasasına, fabrikaları, okulları, dershaneleri, barajları yakmasına, masum insanları kaçırmasına, imamları, öğretmenleri öldürmesine, insanlardan haraç almasına ve akıl dışı eylemlerine karşı çıktığım için Ak Parti hükümetine destek verdim.
Lakin hükümet en büyük kırılganlığı Gülen Cemaatiyle kavgaya başlarken yaşadı. Hükümetin bürokratları yakmak, ayağını kaydırmak, işten attırmak, sürmek ve pasifize etmek istedikleri insanları “paralel” yaftasıyla insanları acımasızca harcadılar, insanların hayatlarına kıydılar.
Hayatı boyunca Cemaat-memaat bilmeyen ve cemaatlerle hiçbir bağı olmayan binlerce insan “cemaatçi”, “paralelci” yaftasıyla ekmeklerinden oldu.
Barış içinde yaşamak isteyen bu ülkenin insanları PKK ve onun siyasal temsilcisi HDP parlamentoya gelsin, savaşı bıraksın, meşru ve demokratik yollarla hak arama yoluna gidilsin, huzursuzluk, gerginlik olmasın diye HDP’ye destek verdi. Öyle ki; çevremden biliyorum, MHP’li olup huzur isteyen insanlar dahi HDP’ye oy verdi.
Bunu Cumhuriyet tarihinde bir kazanım olarak görmesi gereken hükümetin kıskançlık yapması yerine sevinmesi gerekirdi.
Onca emek sonucunda varılan “Dolmbahçe Mutabakatının” inkar edilip yok sayılması sadece hükümetin değil, bu ülkenin ayaklarına da kurşun sıkılmış oldu.
“Ne Kürt sorunu ya, Kürt sorunu diye bir şey yok” denilerek tekrar 100 yıllık inkarın geleneğine sarılmış oldu.
4 yıl aradan sonra Kandil’in bombalanması, HDP’nin üyelerine yönelik operasyon ve gözaltıların yapılmasıyla tekrar OHAL’e dönülmüş oldu.
Basın mensuplarının üzerindeki baskıların artmasıyla hükümetin entelektüel müdafaa hattı da çökmüş oldu.
Bu gidiş, gidiş değil ve Ak Parti acilen eski fabrika ayarlarına dönmesi, barış sürecine devam etmesi, Kandil’e operasyon değil ülke insanın yüreğine su serpmesi ve adil bir hukuk sistemine sarılması gerekir.
Aksi halde dönüşü olmayan bu yolda ısrar edilirse devlet diye bir şey kalmaz.