Hükümet adamlarına benden “Ha gayret!”
“Dış itibarımıza..” taktık kafayı.. Demek ki itibarın fazlası da iyi değil.. İnsan gece gündüz nasıl sebepleneceğini düşünüyor..
Keyiften içip içip “itibarımızın şerefine” kadeh kaldırıyorsun o da karaciğere yük oluyor..
Lakin eğri oturup doğru konuşmak lazım..
Bizim gelmiş geçmiş hükümet adamları içinde “dışarısı ile ilgili” vatandaşın hayrına bir iş yapanlar varsa o da bu Ampul Partisi’nin adamları..
Sanayici, ithalatçı, ihracatçı değilsen, yurt dışında çalışmıyorsan Batı Dünyası ile ne alıp vereceğin var?
Çok çok turist olarak bir yerlere gitmek istersin..
Bütün medeni ülke insanlarının sahip olduğu “serbest dolaşım” hakkını kullanmak istersin..
Elin adamı, altmışlı yıllarda Avrupa’ya işçi gönderdiğimizden beri bu “serbest dolaşım hakkını” bizim insanımıza kullandırmıyor..
Kaçak çalışma ve istenmeyen göçler birinciye gelen bahaneleri..
Bunlar olmuyor, demiyoruz.. Oluyor.. Ama tedbiri polisiye.. Gezip, görmekten başka talebi olmayanlara “vize zulmü” yapmak başka şey..
Allah beterinden saklasın, üzerimizde bir “gazetecilik” sıfatı var.. Bu sayede hükümet adamları ile başbaşa konuşma hallerimiz oluyor..
Hatta başbakanlarla..
“Vize meselesini..” hangisine açsak, dudaklarının kenarında beliren bir istihza kıvılcımı ile bizi dinlediler veya dinler gibi yaptılar..
İÇTEN HESAP..
Dışişleri Bakanlığı yapan arkadaşlarımız oldu..
Özel sohbetlerde “vize konusunun” neden ulusal mesele yapılmadığın sordum..
Kaçamak yapanlara da “Tabii.. Kırmızı Pasaportunuz var, gerisi umurunuz değil..” diye saldırdım..
Aynı dudak kıvrımı.. Aynı içten içe alaycı bakışla dinleme hali..
Tınan olmadı..
Bakmayın gazeteciliğin ayrıcalıklı bir iş kolu sayıldığına.. Olay vize almak oldu mu onların da yüzde doksanı süründürülür..
Geçmiş hükümet adamlarının umuru değildir..
Afrika ülkelerinden Uganda’nın başında İdi Amin adlı bir zorba vardı.. İri yarı, kapkara bir Afrikalı.. Kafadan gayri müsellah..
Kaddafi’nin eli daha da kanlısı, başka türlüsü..
Ülkesinde kıymadık, kesmedik adam bırakmadıydı.. Sonunda devrildi, kaçıp pis canını kurtardı..
İşte o İdi Amin’in ülkesinin pasaportu bile hudut kapılarında bizim ay yıldızlı pasaporttan itibarlıydı..
Nereden mi geliyordu bu itibar?
Sosyoloji veya siyaset bilimcilerinin kabul edeceği türden bir cevabım yok ama sanırım kararlılığı Uganda’nın pasaportuna yansımıştı..
Adam bir sabah kalktı.. Ülkesinde ne kadar Avrupalı varsa kovdu..
Hızını alamadı.. Uganda’da yaşayan ve ahalinin her türlü teknik ihtiyacını karşılayan Hintliler’i bile sınır dışı etti..
Öyle ki başkentinde bir otomobilin tekeri patladığında lastiği yamayacak Hintli bulamıyorlardı..
İdi Amin’in asıl çılgınlığı başkadır..
İngiltere’den mi ne adamları bir yerden ters muamele görmüş.. Misilleme olarak eline düşürdüğü dört İngiliz bilim adamını tutuklattı..
Kendine bir tahtırevan yaptırdı.. O tahtırevanla sarayından çıkıp ahalinin içinde gezindi.. Tahtırevanı dört İngiliz taşıyordu..
O günlerde vizeleri varken bile hudut kapılarında ellerindeki ay yıldızlı pasaportları ile itilip kakılan vatandaşlarımız da ellerini kollarını sallayarak Avrupa ülkelerine girip çıkan Afrikalılar’ı imrenerek seyrediyordu..
UTANDIĞIM GÜN
İspanya’da şahit olduğum bir olay ibretliktir..
Rio’ya gidiyorum ve iki gece Madrid’de kalacağım.. O yıllarda İspanya bizden vize istemiyor..
Uçağımızda yirmi kadar Brezilya yolcusu var.. Birkaç da İspanya ziyaretçisi..
Uçaktan iner inmez pasaport sırasına girdik.. Çoğumuz için sorun olmadı.. Ancak İspanyol pasaport polisi, üç Türk’e kafayı taktı..
Adamlar inanılmaz derecede şık giyinmiş.. Hepsi takım elbise ve kravatlı.. Hallerinden belli ki parasal sorunları yok.. İspanya sınırını da “kaçak çalışmak için” zorlamıyorlar..
Polisler bu üçlüye “non pasaran” dedi..
Yani geçiş yok.. Ülkemize giremezsiniz..
Sebep.. O da yok.. Sanki Ergenekon tutukluları.. Cezalanıyorlar, sebebini bilmiyorlar..
Ayaküstü konuştuk, yardımcı olmaya kalkıştık.. Araya girenler de terslendi, hatta İspanya’ya sokulmamakla tehdit edildi..
Alandan bizim elçiliği aradık.. Kim çıktıysa telefona artık, sorunu anlattık.. Umurları olmadı..
O yıllarda vatandaşların sınır kapılarında aşağılanması “harici mesele” sayılmıyordu.. Üç gariban vatandaşımız, kös kös kadere rıza gösterip kendilerini İstanbul’a geri götürecek uçak için saat saymaya başladılar..
O sırada yanımızdan beş kişilik bir grup geçti.. Beşi de kılık kıyafetçe dilenciden beterdi..
Aşağılamıyorum, fukaralıklarının altını çizmek için anlatıyorum..
Yemin ediyorum, ikisinin ayağında bizim köylünün ellili yıllarda “cizlavet” dediği kara lastik vardı ve şubat ayında ayakları çıplaktı..
Ellerinde de valiz yerine pembe renkte incecik naylon pazar torbaları vardı.. Belli ki kaçak çalışmaya gidiyorlardı.. Beşi de pasaporttan tıkır tıkır geçtiler..
O gün benim ciğerim de cayır cayır yandı.. Utandım..
Bu hükümet adamları, son elli yıllık yakın tarihimizde ilk kez “ay yıldızlı pasaportun itibarını” mesele yapıyorlar..
Vatandaşın vize kuyruğundaki eziyetini seyretmeyip, tartışıyorlar..
Baş münakaşacımız Egemen Bey (Boyca belki kısa ama münakaşaya tutuştu mu on vaiz gücündedir..) bu konuda atılan somut adımları geçenlerde birer birer saydı..
Sonuç amma alınır amma alınmaz ancak dış politikada ilk kez vatandaşın hayrına bir şeyler oluyor..
Bu da benim çok hoşuma gidiyor..
Benden bütün hükümet adamlarına 2034’de ödenmek üzere beş bin Euro ikramiye.. Baş münakaşacıya duble..