Kıta Avrupa’sının denizaşırı kapısı olan Hollanda, 11 Mart Cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşananlarla insanlık tarihine kara bir sayfa ekledi. O akşam yaşanan olaylarla, Hollanda’nın yüzyıllardır savunduğu değerler ayaklar altına alındı. Aklıselim insanlar o geceyi bu şekilde anımsayacaktır. Ne yazık ki, bu tür gelişmeler Hollanda, Avrupa ve İnsanlık, çoğulcu ve özgürlükcü değerler için kaygı vericidir.
Yaşanan diplomatik kriz en çok, Hollanda’da yaşayan, hem Hollanda hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkleri etkilemiştir. Çifte aidiyete sahip, hem Hollanda hem Türkiye için sadakat taşıyan bu kitle iki ülke arasında yaşanan siyasi gerginliğin bir krize dönüşmesinden büyük üzüntü duymaktadır. Hollanda Türkleri ortaya çıkan bu nahoş durumdan dolayı oldukça rahatsızdırlar. Yaşanan kriz 50 yıllık göç sürecinde elde edilen kazanımlara büyük zarar vereceği gibi, zaman zaman gündeme getirilen aidiyet tartışmalarına da bizim aleyhimize yeni bir boyut getirecektir. İki devlet arasındaki kriz daha şimdiden iki toplum arasında kamplaşma sinyalleri vermektedir. Umarız, bu kamplaşma devam etmez.
Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler 400 yılı aşkın bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu uzun süre içinde iki ülke arasında ciddi bir gerilim, sıkıntı ve krizin yaşandığına şahit olunmamıştır. İki ülke tarih boyunca çok yönlü ilişkilere sahip olmuş ve birbirleri için vazgeçilemeyecek dost konumuna gelmişlerdir. Öyleki bir Hollanda atasözü şöyledir: ‘Liever Turks dan paaps’: Katolik olmaktansa Türk olurum. Ancak, Hollandalı yetkililerin 15 Mart’ta yapılan seçimlerin de etkisiyle Türk yetkililere karşı her türlü diplomatik kuralı hiçe sayarak tavır alması ve buna Türk yetkililerin gösterdikleri haklı tepkiler, asırlar boyunca büyük emeklerle tesis edilen bu dostluğu tehlikeye atmış ve hayal kırıklığı yaratmıştır.
Dolayısiyle yaşanan diplomatik krizin Hollanda ile Türkiye arasında 400 yılı aşkın geçmişe sahip dostane ilişkilere kalıcı zarar vermemelidir. Bu noktada çok hassas davranılmalıdır. Yaşanan bu krizin kazananı olmayacağı gibi en çok zararı da şüphesiz Hollanda’da yaşayan Türkler göreceklerdir.
Hollandalı yetkililerin Türk devlet adamlarına karşı takındıkları tavrın bir tür rüşt ispatlama ve iç kamuoyuna yönelik mesaj olarak yorumlanması ve ona göre davranılması en akılcı yol olacaktır. Nitekim aklıselim bir çok Hollandalı bu tavrın yakışıksız olduğunu ve gereksiz yere bir sorun yaratıldığını ifade etmektedirler. Eski Hollanda Dışişleri Bakanı ve eski Hollanda Ankara Büyükelçisi Ben Bot Türk Bakanlara yapılan uygulamanın akılsızca olduğunu söylerken, ünlü suç araştırmacısı Peter de Vries ise, Hollanda eski Dışişleri Bkanı Timmermans’ın 3 Aralık 2013 tarhinde Kiev’de rejim karşıtı yürüyüşe katıldığını, dolayısiyle Hollanda’nın ikiyüzlülük yaptığını ve çifte standart uyguladığını belirtti. Aynı çerçevede, Amsterdam Vrije Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Thomas Spijkerboer ise ‘artık Hollanda’nın özgürlük kavramını ağzına almaması gerekir’ diyor.
Kanaatimizce şu günlerde yapılması gereken, ortamı daha fazla gerecek eylem ve söylemlerden kaçınılması ve gerekirse arabulucuları da devreye sokarak krizi aşmanın yollarının aranmasıdır. Zira bu kriz sürdürülebilir bir kriz değildir ve sadece kaybedenleri olan bir krizdir. İki ülke ilişkileri seçim retoriği yüzünden tehlikeye atılamayacak kadar önemlidir ve herkes bunun şuurunda olmak durumundadır. Sağduyumuz bize karşılıklı restleşme değil, yakınlaşma ve diyalog aramamız gerektiğini söylemektedir. Bu çerçevede; Türk ve Hollandalı kanaat önderlerinden (örneğin eski Hollanda Dışişleri Bakanı ve eski Hollanda Ankara Büyükelçisi Ben Bot’un da içinde olduğu) iki ülkenin karar vericilerini ziyaret edecek 5 veya 6 kişilik bir dostluk heyeti oluşturulmalıdır...