Hâlâ siyasi kavga yapacak zaman mı?



Aynı akşam tesadüfen Başbakan Erdoğan’ın TV’de yaptığı konuşmayı dinledikten ve “Kılıçdaroğlu ile Ana Muhalefet Partisi için söylediklerini” duyduktan sonra saatin geç olmasına rağmen yazıdaki bu sert eleştirileri çıkarma duygusuna kapıldım ve bunu yaptım. Yaptım çünkü o konuşmada gerçekten öyle haksız ve gerçek dışı suçlamalar vardı ki Kılıçdaroğlu gibi “çelikten sinirlere ve sınırsız sükunete sahip” görünen biri için bile aynı gün içinde başka eleştirilere dayanmak çok zor olabilirdi.

KURAL, ETİK KALMADI

Ben 25 sene milletvekili ve senatör olarak (DP VE AP içinde) TBMM’de bulunmuş, partisi ve bölgesindeki seçmenler tarafından rakip tanımadan seçilmiş bir siyasetçinin kızıyım. Kısacası “siyasetin içine doğmuş” olduğum söylenebilir.. Ve şunu biliyorum ki onların döneminde de, sonrasında da partiler arası rekabet, polemik, tartışma olmasına rağmen en azından bir “etiğe dikkat, TBMM çatısı altında olmaya ve topluma saygı” ile hareket edilirdi.. Bugün ise siyasetçilerde “seçmen gözünde puan kazanmak veya kendi politikasına hizmet etmek uğruna” hiçbir kural, etik vs düşüncesi kalmadı. Ağza gelen söyleniyor artık, doğru-yalan-haklı-haksız fark etmiyor..

‘EDEP DIŞI DİL’ MESELESİ..

Gelelim Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına.. Mesela “CHP Genel Başkanı kendi ülkesinin Dışişleri Bakanı’nı eleştiriyor.. Ona ‘bu kadar çapsız dışişleri bakanı görmedim’ diyor. Bir genel başkan bu kadar ‘edep dışı, ahlak dışı dil’ kullanır mı” dedi ve ekledi; “Nezaket, zerafet diline sahip değil” ..

Şimdi burada bir duralım, Türkiye’de son yıllarda medyadan, üniversiteye, iş adamlarından, sivil toplum kuruluşlarından muhalefet partilerine kadar herkes öyle ağır hakaretler ve hatta “bitaraf olan bertaraf olur” benzeri “demokrasi dışı” sözler işitti ki öncelikle bu nedenle Başbakan’ın yukardaki “nezaket, zerafet” çıkışını haklı bulmak imkansızdır.

Ve bu sözlerinden bir dakika sonra Kılıçdaroğlu’na şöyle dedi; “Sen hiç aynaya baktın mı, senin çapın ne?”.. Peki ne oldu şimdi; önce “edep dışı” deyip arkasından onun Bakan için söylediği sözün aynını ikinci en büyük partinin liderine söylemek oluyor mu?

REFERANDUM VE SEÇİM ÖNCESİNDE DE..

Daha sonra Başbakan CHP Genel Başkanı’nı içerde BDP’nin peşine (ne yaptı bu suçlamayı hak etmek için bilen var mı, ben çıkaramadım), Suriye konusunda da “Esad’ın, Baas rejiminin peşine takılmak”la suçladı.. İşi “Suriye’de Esad, Türkiye’de Kılıçdaroğlu, orada Baas, burada CHP” demeye kadar vardırdı.. Başbakan ve AKP yönetimi bu haksız ve gerçek dışı suçlamaları “referandum ve seçim öncesinde” de PKK ve BDP ile CHP’yi yan yana getirerek, “aynı çizgide olduklarını söyleyerek” yapmıştı ki o süreçte muhalefeti devre dışı bırakarak başlattıkları “açılım” politikası nedeniyle tam aksi bir durum mevcuttu, PKK aynı nedenle, “beklentisi ve görüşmeler” nedeniyle saldırılarını bile uzun süre durdurmuştu.

Şimdi bu haksız ithamların yapılma nedeni CHP’nin “Türkiye neden durup dururken Suriye’nin kendi iç savaşına müdahil oluyor, neden Esad muhaliflerine destek veriyor, düşen uçağımızın orada ne işi vardı” demesi ve Davutoğlu’nun Suriye konusundaki yanlış dış politikasını eleştirmesidir. Ve Türkiye’de bunu düşünen milyonlarca insan var.

O ELEŞTİRMEYECEKSE KİM?

Nitekim bugün Şemdinli’de, Çukurca’da yaşanan savaş benzeri çatışmalarla; Türkiye’nin Esad muhaliflerini desteklemesi, onların da Esad’ı Suriye’nin kuzeyinden kaçırtması ile PKK’nın “Esad’ın çağrısıyla” Suriye’nin kuzey illerine yerleşmesi arasında önemli bir ilişki var. Aynı şekilde “açılım sürecinde devletin PKK’yı muhatap almasıyla güçlenen moralleri”nin etkisi de maalesef var. Bunlar ortada dururken ve “medyada tartışılmalarına bile tepki gösterilirken” Ana Muhalefet Partisi Lideri konuşup eleştirmeyecek de kim eleştirecek?

Evet her iki lider tarafından kullanılan “çapsız” kelimesi hatadır ama Kılıçdaroğlu’nun dış politika eleştirilerine kızmak da aynı derecede hatadır.. Ki o, “açılım” aniden ortaya konduğunda da bunun yanlış olduğunu, önce inceden inceye tartışılması gerektiğini söylemişti. Ve “silah bırakmamış” bir terör örgütüyle devletin pazarlığa oturması “daha çok terörle devlete baskıyı arttırmalarına” yol açacağından gerçekten de yanlıştı, bunu da bugün görüyoruz.

“Çapsız” sözüne kızdıktan sonra kendisi de kullanan Başbakan aynı konuşmada Kılıçdaroğlu’na “Sen bir kasetin getirdiği genel başkansın, o CD çıkmasa ortada yoktun” dedi. Oysa her genel başkanın bir yükseliş nedeni vardır. Erdoğan’ın yükselişinde de “okuduğu şiir nedeniyle cezaevine girmiş olması”nın rolü yadsınamaz örneğin.. Böyle olmasa bile bir parti liderine bu sözlerin söylenmesi kulağa çok kötü geliyor. Öyle kötü ki sözün arkasından gelen alkışların “bir duraklama” geçirdiğini farkeder gibi oldum, insanlar “rakip parti” bile olsa bunun haksızlığını hissettiler gibi geldi bana..

Öte yanda hakkını teslim etmek gerekir ki Kılıçdaroğlu “Baykal kendi hatası sonucu” o kasetle gitmeden önce de partisi içinde varlığını “yolsuzluk araştırmalarıyla, TV röportajları ve rakip siyasetçilerle karşılaşmalarıyla, sakin ama atak siyasetiyle” göstermiş ve çok kişi onun genel başkan olacağı beklentisine girmişti. Daha sonra birçok kez yapılan kurultaylarda “tüm delegelerin oyunu alarak” defalarca seçildi, bir kez değil..

MECLİS NEDEN TOPLANMASIN?

Hakkari’nin ilçelerinde 2 haftadır devam eden operasyonlar, Çukurca saldırısı, PKK’nın yeni “kaçmama” stratejisi, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye için ortaya çıkan tehlikeli tablo ortada dururken Ana Muhalefet Partisi’nin “Meclis toplansın” isteğinden daha doğru bir şey olamaz. Oysa Başbakan buna da kızarak “biz gelmeyeceğiz” dedikten sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun “teröre çözüm için desteği hak edecek öneri gelirse destekleyeceğiz” sözünü hatırlatarak yine şikayet tonlamasıyla “randevu istedi verdik, hiçbir öneri getirmedi” dedi..

Oysa “çözüm önerisi üretmek” iktidara talip olan ve iktidar olan partinin görevidir, muhalefetin değil.. Bu nedenle ülkede savaş havası hüküm sürerken “Meclis’in toplanması” talebine karşı gösterilen bu örnek yanlıştır.

Kısacası konuşmasında, halkın “ekilmek istenen fitne tohumlarını görerek mübarek ayda öfkenin, nefretin dilini değil, hoşgörünün, birliğin, kardeşliğin diline başvuracağına yürekten inandığını” söyleyen Başbakan Erdoğan’ın bu inancı güzel velakin aynı konuşmada diğer söyledikleri bununla taban tabana zıttı.. Ülke dört yandan ve içerden tehlike altındayken bu dili en kısa zamanda bırakmaları gerekiyor!

(Vatan gazetesinden alınmıştır)