Hem suçlu, hem de haklı olmak

Dünya üzerinde ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Bozulmaz sandığımız kalıplar, değişmez addettiğimiz fikirler veya da uygulamalar zamanı geldiğinde radikal bir biçimde değişime uğrayabiliyor.

Konu bu sefer bizi yakından ilgilendiriyor ama yurt dışında gelişeceğe ve hukukta yepyeni bir kapı açılmasına neden olabileceğe benzeyen bir olay.  

Olayın başrol aktörü Abdullah Öcalan.

Türkiye tarafından, Türkiye sınırları içinde terör olayları yaratmak ve birçok insanın ölümünden sorumlu olmak suçu ile “teröristbaşı” olarak ilan edilen, İnterpol teşkilatına kırmızı bültenle arama başvurusu yapılan, sonra da yurt dışı bir operasyonla yakalanıp Türkiye’ye getirilerek yargılanan ve yaşam boyu hapis cezası verilen kişi.  

Diğer taraftan, aynı kişi Türkiye’de, İran’da, Irak’ta ve Suriye’de belli bölgelerde yüzyıllardır yaşamlarını sürdüren etnik bir grupça özgürlük mücadelesi lideri olarak lanse edilmekte.  

Batılı olarak adlandırılan devletlerin ve de Rusya Federasyonunun resmen veya da üstü örtülü olarak içinde yer alan devletlerin, nadiren alenen destek verirken gözüktüğü, çoğu zaman da perdelerin arkasında kucak dolusu desteğini esirgemediği bir kişi Abdullah Öcalan. 

Öcalan, bundan 7 sene 1 ay evvel, dönemin Yunanistan Hükümeti’ne, -Kenya’da 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanmasından ve Türkiye’ye iadesinden sorumlu tutarak- Atina İdari Mahkemesi’nde tazminat davası açmıştı. Her ne kadar talep ettiği tazminat miktarı 20 bin 100 Euro olsa da, önemli olan bu davanın kazanılması durumunda dünya hukuk sisteminde yepyeni bir kapının açılacağı açıktır. 

Üç üyeli Atina İdari Mahkemesi aslında çetin ceviz bir oluşum. Hiçbir siyasinin politik baskısına aldırmıyor, hükümet tarafından uygulanabilecek herhangi bir baskıyı da anında savuşturuyor. 1974 Mutlu Barış Harekatı nedeni ile açılan tazminat davasında Türkiye’yi haklı, Yunan hükümetini de suçlu bulan mahkeme de bu Atina İdari Mahkemesi.  

Öcalan, dava dilekçesinde açıkça Yunanistan’ı kendisini kandırmakla suçlamakta.

1999 yılında Yunanistan hükümetinin kendisini “siyasi iltica hakkı vereceği” iddiaları ile uyuttuğunu, önüne pembe bir gelecek tablosu koyduğunu ve kendisinin de bu nedenle hiçbir kuşku duymadan Kenya’da Yunanistan Büyük Elçiliğinde başlayıp, havaalanındaki uçakta biten tuzağa düştüğünü ve sürecin sonunda da ölüm cezasına çarptırıldığını iddia etmekte Yunanistan Hükümetine karşı açtığı davanın gerekçe bölümünde. 

Bence Öcalan’ın dava dilekçesini, uluslararası hukuka ilgi duyan tüm hukukçuların ve siyaset bilimcilerinin okuması, bilgilerini ve vizyonlarını geliştirmeleri açısından çok faydalı olacak. 

Öcalan’ın dilekçesinde öne sürdüğü Yunanistan Hükümeti’nin ihmal ve kasıtlı harekette bulunduğu iddiası, 1998 yılında Suriye’den sınırdışı edilmesi ile başlamakta ve 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya havaalanında yakalanmasına kadar geçen süreç içinde yaşanan olayları en ince detayına kadar anlatarak son bulmakta. 

Bu iddianame aslında, bugüne değin hiç ortaya çıkmamış politik tarihin bir parçasını oluşturmakta. Özellikle iddianamenin içindeki “150 ülkenin dışişleri bakanlarının Kenya’daki BM binasında gerçekleştirecekleri olağan BM toplantısını benden kurtulmak için fırsat olarak gören Yunanistan Nairobi Büyük Elçiliği’nin, Atina’dan benim BM binasına teslim edilmemi önermesine rağmen, Atina’nın bu öneriyi reddetmesi ve Büyük Elçilik konutundan dışarı atılmam talimatını vermesi, benim tutuklanma sürecimin başlangıcını oluşturdu” cümlesi, Yunanistan’ın oynadığı rolü açıkça ortaya koymakta. 

İşin ucunun önce AB ve ABD’ye, en sonunda da Türkiye’ye kadar uzanacağı kesin…