Hem katliam hem yalan!



Sanki 1 yıldır en az 10 bin insanı öldüren; Hama'da onbinlerce insanı gözünü kırpmadan katletmekten çekinmeyen bir rejim değilmiş gibi Hula için söylediklerine inanmamızı bekliyor.

En son Beşşar Esed, pazar günü Meclis'teki konuşmasında şöyle diyordu: "Katliamda kesinlikle payımız yok. Katliamı kınıyorum. Böyle bir katliamı canavarlar bile yapmaz. Teröre karşı koymaya devam edeceğiz." Reformlara rağmen 'terörün' sürmesine üzüldüğünü ekleyerek...

Baas'ın stratejisi olup bitenleri inkâr etmekle sınırlı değil. Hula'nın sorumlusunu bulmak için General Kasım Süleyman başkanlığında Adli Soruşturma Komitesi diye bir heyet tertip ettiler. Bu komite, 1 Haziran'da ilk raporunu açıkladı: "Kurbanlar, devlete karşı ayaklanmayı reddeden barışçı ailelerin mensubu. Saldırının amacı, Annan ziyareti öncesi Suriye'nin iç savaşa yakın olduğu mesajını vermek ve dış müdahaleyi tetiklemek. İncelemeler ve şahitlerin anlattığına göre insanlar top atışıyla değil, yakın mesafeden silahla ve keskin aletlerle öldürülmüş. Tanıkların hayatını riske atmamak için (Humus'u bir ay önce topa tutan rejimin hassasiyetine bakın!) verdikleri bazı bilgileri açıklamıyoruz."

Gerçekten rejimin eli temiz ve kendinden emin olsa başkalarından önce BM ve diğer uluslararası örgütleri gerçeği ortaya çıkarmaları için vazifeye çağırması ve ciddi bir soruşturma için işbirliği yapması beklenirdi. Muhalefet, büyük rezaleti deşifre olmasın diye paniklerdi. Ama 47 ülkenin üye olduğu BM İnsan Hakları Konseyi, tam da Suriye'nin resmî raporunun yayımlandığı gün, Türkiye, ABD ve Katar'ın talebiyle Hula katliamının soruşturulmasına karar verdi. 41 ülkenin destek verdiği bu karara, sadece 3 ülke karşı çıktı. Bunlardan biri, maalesef Esed'in en büyük hamisi görünen Rusya. Diğerleri Çin ve Küba. Kendinden çok emin olan ve katliamdan muhalefeti sorumlu tutan Beşşar Esed, objektif bir soruşturma istese Rusya ve Çin bu karara itiraz eder mi?

Üstelik BM Suriye Gözlemci Heyeti Başkanı General Robert Mood, katliamdan bir gün sonra, Humus'un 20 km kuzeybatısındaki Hula'ya ulaşmış ve resmî raporun aksine kurbanların bir kısmının top ateşiyle öldürüldüğünü duyurmuştu.

Peki bağımsız kaynaklar Hula'da yaşananlar için ne diyor? İnsan hakları örgütlerine, bağımsız gazetecilere katliamdan sağ kurtulanlar ne anlatıyor? Bu katliamdan dolayı Suriye'nin Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne sevk edilmesi için çağrı yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün hadisenin şahitleriyle yaptığı görüşmeler acı gerçeği göz önüne seriyor. Bütün tanıklar, askerî üniforma giyerek evlere saldırıp aileleri yok edenlerin rejim yanlısı olduğunda hemfikir. Tereddüt ettikleri nokta, katillerin resmî Suriye askeri mi, yoksa milis grubu şebbiha mı oldukları.

Katliamda 62 üyesi öldürülen Abdürrezzak ailesinden sağ kurtulan yaşlı bir kadın anlatıyor: "25 Mayıs, öğleden sonra saat 6.30 gibi erkek ve kız torunlarım; kızım; kaynım ve kuzenimle evdeydim. Güneş batmadan silah sesleri duyduk. Bir erkeğin sesini duyduğumda odamdaydım. Aileme bağırıp küfrediyordu. Kapının arkasına saklandım. Az sonra dış kapıda bekleyen ve evin içine giren başka adamlar gördüm. Askerî kıyafetleri vardı. Yüzlerini göremiyordum. Evde arama yapmak istediklerini düşündüm. İçeri yürüdüler. 3 dakika sonra ailemin tümü çığlık çığlığa feryat ediyordu. Çocuklar ağlıyordu. Ne olduğunu öğrenmek için sürünerek oraya yöneldim. Kapıya yaklaştığımda birkaç silah sesi duydum. O kadar korkmuştum ki, ayaklarım üzerine duracak halim yoktu. Askerlerin ayrıldığını işittim. Odanın dışına baktığımda, ailemin bütün fertlerinin vücutlarının farklı yerlerinden ve başlarından vurulduğunu gördüm. Korkumdan yaşayıp yaşamadıklarına bile bakacak halim yoktu. Dış kapıya kadar süründüm. Sonra dışarı çıkıp kaçtım. Şoktaydım, sonra ne olduğunu bilmiyorum."

Aynı aileden 10 yaşındaki bir çocuk ise 13 yaşındaki arkadaşının nasıl öldürüldüğünü anlatıyor: "Annem, kuzenlerim ve halamla evdeydim. Aniden silah sesleri duydum. Annem beni tutup saklamak için ahıra götürdü. İnsanların çığlıklarını, kadınların ağlamalarını duyuyordum. Pencereden dışarı baktım. Üniformalı adamlar bizim eve girdi. Birkaç dakika sonra çıktılar. Sokağın karşısında tek başına duran 13 yaşındaki arkadaşım Şefik'i gördüm. Silahlı bir adam onu yakalayıp evin köşesine koydu. Sonra başına ateş edip onu vurdu. Annesi ve ablası dışarı çıktı ve feryat etmeye başladı. Aynı adam ikisine de birkaç kez ateş etti. Silahlı adamlar gitti ve Özgür Suriye Ordusu'nun askerleri geldi."

Ne Miloseviç'in ne Saddam'ın zulümleri yanlarına kaldı. Suriye'de çocuk kanı dökerek ayakta kalacağını sanan Beşşar da er geç bunun hesabını verecek. Bari bizler de hiçbir şey yapamıyorsak bile kan ve yalan üzerine kurulu bir rejimin laflarına kanarak hakikate zulmetmesek...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)