Malum 28 Şubat davası, Ergenekon, Balyoz, Poyraz ve Ay Işığı gibi davalar, darbeler, Adnan Menderesler denilince aklımıza hep militarizm, militarizmin baskıcı, yıkıcı ve kaldırılmaz vesayeti gelir. Cumhuriyet kurulduğu günden bugüne değin bu baskıcı ve otoriter vesayetlerin altında inim inim inleyen halkımız hep cunta rejiminin zulmünden kurtulmak için çare aramıştır.
Milletimizin umut bağladığı çarelerden biride demokratik ve meşru yollarla iktidara gelen iktidarlardan medet ummuş, aman dilemiştir. Bunu bilen siyaset dünyası iktidar olmak için genellikle tüm argüman ve repliklerini mazlumiyet, mağduriyet ve halkın hissiyatı doğrultusunda politika geliştirmiş ve halk yığınlarından destek istemiştir.
Mazlum ve gariban halkımız tüm masum ve saf yüreğiyle “sizi militarizm ve vesayetten kurtaracağız” diyen siyaset dünyasına destek vermiş ama her defasında da kanmış, kandırılmış duygusu ve beslediği umutlar boğazında düğüm düğüm olmuştur.
Halkımız aldanmışlık, aldatılmış ve yıkılmışlık duygusunun ağır hüznü altında ezildikçe ezilmiştir.
28 Şubat davası açılırken hem mağdur ve hem de vesayetin altında inim inim inleyen bu halkın bir evladı olarak heyecan, sevinç duymuş, ülkemin demokrasisi adına, gelecek yarınlar adına ve uğradığım zulmün, haksızlığın giderilmesi adına acayip umut beslemiştim.
Kurduğum hayaller içinde telaş, heyecan ve bin bir umutla avukatıma kucak dolusu zulmün belgelerini götürmüş ve dava açmasını istemiştim. Avukatım benden tek kuruş para almadan üstüne mahkeme masrafı cebinden ödeyerek Ankara Özel Yetkili Mahkemeye gidip dava açtı.
Hatta avukatım elindeki dosyayla Savcının odasına girerken ben kapıda bekledim, yarım aralıklı açık olan kapıda, savcının evraklarımı karıştırıp okumasını heyecanla izlemiş ve avukatıma, hafif tebessümle “sayın avukatım savcı ne dedi?”diye sormuş ve adeta ufukta bir umut mumunun ışık vermesini beklemiştim.
Avukatım Mehmet Emin Tahiroğlu “Cüneyt hocam, inşallah her şey dilediğin gibi olur, uğradığın haksızlık ve mağduriyetin giderilir” demişti ve benden daha çok heyecanlanmıştı.
Gerek savunmamda ve gerekse 28 Şubatla ilgili yazdığım makalelerimde mevcut iktidara methiyeler düzmüş, açılan bu davayı bir devrim niteliğinde olduğunu ve Cumhuriyet tarihinde yaşanan davaların en önemli tarihi davalardan bir dava olduğunu allandıra ballandıra yazmıştım.
İşte duyguları, hisleri, sevinçleri, kırgınlık, kızgınlıkları ve hayalleri olan biz insanoğlu için bazen bir umut ışığı bile bizi şaha kaldırıyor, olmadık hayaller kurduruyor, olmadık şeyler yaptırıyor. Bende duygusal biri olduğum için genelde en ufak bir umuda olağanüstü anlamlar yükler, kutsallık biçer ve kendi kendime adeta film çeviririm.
Aşık olurken de böyleyim, dostluk kurar, insanları severken de böyleyim. Kırk yaşıma geldim hala bu huyumdan vazgeçmiş değilim. Hani can çıkar huy çıkmaz derler ya, işte öyle deli ve çatlak biriyim.
Ama her defasında da umut ve hayallerimden yıkılır, verdiğim olağanüstü kutsal değer ve biçtiğim misyon karşısında gördüğüm hafiflik ve boşluğu görünce yerime apışıp kalırım. Çok sert bir hareketle yere çakılan bir testinin parçalanıp, her parçasının un ufak olduğu gibi bende un ufak olur ve yüreğimde açılan yaraların onarımı aylar, hatta yıllar sürer.
Sil baştan hayatı yaşamaya çalışırım…
Geçenlerde gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve gerekse Başbakan Davutoğlu; 28 Şubat döneminde yaşanan mağduriyetleri giderdiklerini, o dönemden hesap sorduklarını vs söyleyince yine yerime apışıp kaldım.
28 Şubat davasının duruşmaları başladığı günden son duruşmasına kadar tüm duruşmaları 28 Şubat davasının ilk müdahil gazetecisi olarak davayı takip ettim. Davaya iştirak eden 1009 mağdurunun çoğunu tanıyor ve çoğuyla uzun uzun sohbetlerim oldu. Hele hele onların yaşadıkları dramları duyunca kendi dramımı unutuyor daha çok onların dramlarına canım çok acıyordu.
Duruşmaya gelen pek çok mağdur Anadolu’nun çeşitli illerinden geldikleri için yol paralarını da borç ederek geliyorlardı. Kimi otel parasını vermemek için sabah gelip akşama kadar aç kalıp, akşam otobüse binip evinin yolunu tutuyordu. Onlarda benim gibi umut taşıyor ve belki de bir işe aşa sahip olur, çoluk çocuğuma bakarım diye savaş veriyordu hayata karşı.
Davada tutuklu paşaların tamamı serbest bırakıldı. Davanın içi boşaltıldı. Hatta neredeyse biz mağdurları sanık sandelyesine oturtacaklar diye kaygıyı da besliyorduk. Çünkü sanıkların bazıları asıl suçlular davaya müdahil olmak isteyen müştekilerdir deyip duruyordu.
Olur mu, olur, burası Türkiye ve her şey normaldir diyorduk kendi aramızda.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın “biz 28 Şubat döneminde yaşanan mağduriyetleri giderdik” derken eğer amaç kendilerinin mağduriyetleri gidermek ise, evet fazlasıyla kendi mağduriyetlerini giderdiler ve ihya oldular, ama yok eğer amaç biz mağdurların mağduriyetlerini gidermek ise, hayır, asla!!!
Bana bu davada mağdur olan bir tane mağdurun mağduriyetini giderildiğini gösterin inanın çok sevinirim, hiç olmazsa geç de olsa bir hayat kurtuldu derim.
Benim kadar aktif ve dayaya ilgi gösteren başka müşteki yoktu. O kadar didindim, çırpındım, bağırdım, feryat ettim ama hükümetten tek bir kişi dahi sesimi duymadı.
Eğer hükümet ve üyeleri bir kez 28 Şubat’ı yaşamışsa ben yıllardır yaşıyorum.
Madem mağduriyetleri giderdiniz ve gideriyorsunuz o zaman benim mağduriyetimi niye gidermiyorsunuz?