Hiçbir şey emek vermeden elde edilmemeli. Emeksiz elde edilen servet, makam, refah ve hakeza bir gün elden kayıp gider. Kayıp gitmese bile topluma zararlı neticeler doğurur. Çünkü emek vermeden bir yere gelen yahut bir şeye sahip olan elde ettiği şeyin yahut bulunduğu yerin aslında neyin sonucu olduğunu idrak edemez. Bu idrak yoksunluğu ise hoyratlığı doğurur. Hoyratlık da hem birey bazında hem de toplum bazında hüsrana yol açmaya meyyaldir. Çünkü özünde hamlık vardır.
Önce kendimizden başlamak üzere; eğer bir şey yapmak istiyor, bir yere gelmek istiyor yahut bir başarı elde etmek istiyorsak ortaya ilk olarak emeği koyacağız. Emekle birlikte işin tabiatı ne gerektiriyorsa onu koymaktan çekinmeyeceğiz. Ama bunu yaparken de prensiplerimizden, doğru bildiğimiz yoldan taviz vermeyeceğiz. Aksi durumda hedef daha başından şaşmış olur.
Türkiye önemli bir eşiği atlamak üzere, teknik ve hukuki bir mesele ve onun doğuracağı siyasal ve toplumsal sonuçlar gibi görünse de yapacağımız oylama, aslında bir sınanma evresi bana göre. Şimdiye kadar yerde sürünmemiz üzere programlanan yönetim sistemimiz ve buna bağlı olan iç dinamikler olabildiğince etkin şekilde kullanılarak bir güç biriktirildi, bu güç başımızı biraz kaldırmamızı, belimizi biraz doğrultmamızı sağladı. Ancak bir sonraki basamağa ve dahası sonraki basamaklara çıkmamızın önünde bir engel olan yine bu sistemin ta kendisi. Mevcut sistem, bizim gibi iddiası olan bir ülke ve toplum için bugün itibariyle geriye götürücü bir prangadan başka bir şeyi ifade etmiyor. Diyebilirsiniz ki o zaman iddiası olan bir ülke olmayalım ve mevcut sistemin iki ileri bir gerisiyle mutlu mesut yaşamaya devam edelim!
Devam edelim etmesine de mutlu mesut yaşamıyoruz, yaşayamıyoruz bu bir. Bizi kendi halimize bırakıp, kendi yağımızda kavrulmamızı istemeyen birçok odak var bu da iki. Çünkü dünyanın en değerli toprakları üzerinde bağdaş kurarak oturmamızı, bizden başka kime sorarsanız istemez. Hele de hem bu topraklar üzerinde yaşayacaksın, hem de güçsüz ve ezik olacaksın. Bu sefer hiç istemezler, derler ki bu topraklara yazık oluyor, ne yapalım ne edelim de buraları hakkıyla kullanıp sefasını sürecek olanları bu topraklara yerleştirelim. Bunu demezler sanmayın derler. Osmanlı Devleti’nin topraklarına bakın, bir de Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Durduğumuz yere sağlam basmalıyız, sağlam basmak için hem ağır olmak hem de güçlü olmak icap eder.
Buraya kadar söylediğimiz her şey iyi güzel ama nasıl olacak, nasıl daha güçlü olacağız, nasıl üzerinde durduğumuz topraklara göz dikenlerin gözünü hakiki manada korkutabileceğiz? Bunun yolu emekten geçiyor. Bireyden başlamak üzere, öğrenci misin kardeşim o zaman derslerine iyi çalış, sınav geçmek için değil; bilgi dediğimiz şey dünyada ortaya rast gele atılmış ve onu alıp sahipleneni süsleyen kıymetli mücevherler gibidir. Bilgiye ulaşmak bazıları için çok zor ve pahalı bazıları içinse kolay ve kıymetsizdir. Dünyadaki bir çok insana nazaran gençlerimiz bilgiye ulaşma konusunda şanslılar. Yani öğrenciysen sınav geçmek için çalışmayacaksın, kendini bilgi mücevheriyle donatıp dünyanın en kıymetli dimağlarından birine sahip olabilmek için çalışacaksın. Doktorsan işini en iyi sen yapacaksın, polissen en iyi sen koruyacaksın, simitçiysen en lezzetli simidi sen satacaksın, çiftçiysen en iyi hasadı sen yapacaksın. Bunu sadece kendin için, arkadaşlarının yahut akrabalarının arasından sıyrılmak için yapmayacaksın. Bunu milli bir sorumluluk bilinciyle yapacaksın. Sen bunu yaptığın sürece zaten diğer kazançlar sen uğraşmadan gelecektir. Çiftçi konusuna ayrı bir parantez açmak istiyorum. Tarım konusu memleketimiz için oldukça önemlidir. Göz ardı edilmemelidir, üzerine düşülmeli, gereken neyse fazlasıyla yapılmalıdır. Bu tarım konusunu müstakil bir ya da birkaç yazıda ayrıca işlemek istiyorum. Hepimiz, küçük büyük demeden, zengin fakir demeden her ne yapıyorsak onun en iyisini yapmak durumundayız. Biz iyisini yapmaya devam ettikçe, bizim ayağımıza çelme takmaya çalışanların ayaklarının kendiliğinden birbirine dolandığını da göreceğiz.
Bu son cümleyi son günlerde yerden çok yükseklerde gerçekleşen iki hadiseyle örneklendirmek istiyorum. Gerçi biri henüz yerdeyken oldu ama nihayetinde o da yükselmeye namzetti.
Birinci hadise, Türk Hava Yolları’nın Afrika üzerindeki uçuşu sırasında gerçekleşen doğum hadisesi, ve kabin ekibinin alkışa layık başarısı. Bu mesele Türk Hava Yolları’nı dünyada yüz gülümseten bir konuma yükseltirken geçtiğimiz gün United hava yollarında bir yolcunun koltuğundan karga tulumba kaldırılması ve bu esnada ağzının yüzünün kanlar içerisinde kalması hadisesi ikinci örneğimiz.
ABD ve İngiltere’nin ‘ayrımcı laptop yasağının’ THY’nin işlerini baltalayıcı tarafının olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Ama kadere bak ki, kendi şirketleri kendi ayaklarına sıktı. Hem de THY’nin doğum tebrikleri almaya devam ettiği günlerde. Bir de dünyanın tanınmış simalarının bu iki havayolu şirketini ve yaşanan iki ayrı hadiseyi kıyaslayarak medya platformlarında paylaşmaları işi tadından yenmez bir kıvama soktu.
Buradan şu sonucu çıkarıyorum, THY hostesleri sadece işlerini iyi yaptılar ve gerisine karışmadılar. Bazen karışmamak en iyisidir.