Gül’ün yaşam çizgisinde Londra’nın önemi

Kurucuları arasında Turgut Özal, Prof. Nevzat Yalçıntaş, Sabri Ülker ve Prof. Sabahattin Zaim gibi muhafazakâr çizgide işadamı, bürokrat ve bilim adamlarının yer aldığı Türkiye Milli Kültür Vakfı, 1969 yılında istikbal vaat eden gençlere burs sağlamak üzere kurulmuştu.

Vakfın “gayesi”, o yıllarda “milli kültür ve ananelerine bağlı, yüksek karakterli, araştırıcı ve yönetici vasıflarda ilim, fikir, sanat ve fen adamları yetiştirmek ve bunların hayatta insan gücü planlamasına uygun olarak görev almalarına yardımcı olmak” şeklinde açıklanmıştı.

LONDRA’DA MUHAFAZAKÂR BİR TÜRK GENCİ

Vakfın 1976 yılında seçtiği bursiyerler arasında İstanbul Üniversitesi’nde iktisat doktorası programına kabul edilmiş olan Abdullah Gül de vardı. Gül, henüz 26 yaşındayken Vakıf’tan aldığı bursla Londra’ya geldi. Hayatında ilk kez yurtdışına çıkıyordu. Londra’da kahverengi renkteki Bakerloo hattı ile gidilen Camden Town’da Müslüman Öğrenciler Federasyonu’nun yurduna yerleşti.
Gül, önceki akşam burada bir grup gazeteciyle birlikte yaptığı sohbette ilk Londra günlerini hatırlarken “Dünyanın ne olduğunu o zaman öğrendim. Ben o zaman dünyayı bizden zannederdim. Ben ilk zenci insanları o zaman burada gördüm. Regent Park’ta büyük camiye gittiğimde Müslümanların da ne kadar çeşitli olduğunu, Müslümanların içindeki renkleri, farklı farklı mezhepleri, siyahıyla beyazıyla yine o zaman burada gördüm...” diye konuştu.
Gül, o zamanki Londra’yı “bugünkü gibi özgürlüklerin serbestçe yaşandığı bir yer” olarak hatırlatıyor, aklına hemen Güney Afrika’daki ırkçı rejimi protesto etmek için düzenlenen gösteriler geliyor.
“O iki yılın serbest düşünmem ve dünyayı tanımam açısından çok büyük bir katkısı oldu” diye devam ediyor Gül. Bir soru üzerine, “entelektüel gelişmesi ve dünya görüşünün şekillenmesinde” Londra yıllarının önemli bir etkisi olduğunu teslim ediyor.

LONDRA İLE İSLAM DÜNYASINI KARŞILAŞTIRINCA

Gül’ün Londra’dan sonraki ikinci yurtdışı durağı 1983-1991 yılları arasında İslam Kalkınma Bankası’nda uzman olarak çalıştığı Cidde olacaktır. Bu dönemde pek çok ülkesini gezip gördüğü İslam dünyasını daha yakından tanıma imkanı nı elde etmiş, çeviri kitaplarını okuduğu İslam dünyasının ileri gelen simalarıyla yüz yüze tanışma, konuşma imkanı bulmuştur.
İlginçtir ki, Gül, Suudi Arabistan dönemin in kendisinde bıraktığı izleri değerlendirirken bunu Londra yıllarıyla karşılaştırmalı bir şekilde yapıyor: “O dünyanın zayıflığını, yumuşak karnını, noksanlıklarını, doğrusu onları da görüp mukayese etme imkânım oldu...”
Gül’ün yaşam serüveninde Londra sonrasında açılan ikinci Batı penceresi ise Strasbourg’dur. 1991’de Refah Partisi’nde Necmettin Erbakan’ın yeni prenslerinden biri olarak TBMM’ye seçildikten sonra, Gül, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamble toplantılarına katılmak üzere 10 yıl düzenli bir şekilde Strasbourg’a gider.
Ama Londra, Strasbourg penceresine rağmen Gül açısından önemini hep korumuştur. Cumhurbaşkanı seçildiğinde kendisini ilk gelip ziyaret eden şahsiyetlerden biri İngiltere Kraliçe İkinci Elizabeth, daha doğrusu İngiltere devleti olmuştur. Keza İngiltere’nin en saygın düşünce kuruluşlarından Chatham House 2010 yılında kendisini yılın devlet adamı seçmiştir.

KADER BENİ BURAYA GETİRDİ

Londra, her halükarda Gül’ün yaşam çizgisi ve siyasi serüveninde önemli izler bırakmış ve bırakmaya devam eden bir kent. Bundan tam 35 yıl önce genç bir doktora öğrencisi olarak Londra’da Buckingham Sarayı’nın önünden geçen Gül, dün Kraliyet Ailesi’nin konuğu olarak Saray’da gösterişli bir törenle karşılandı.
Gül, yıllar önce Londra’da yaşadığı yıllarda günün birinde yaşam çizgisinde böyle bir karenin olacağı aklının ucundan geç irmiş miydi? Buckhingham Sarayı’ndan içeri girerken eski Londra günleri hatırladığında ne hissedecekti?
Önceki akşam bu sorumu yanıtlarken “Kader...” diye söze girdi Cumhurbaşkanı ve devam etti:
“Kader getirdi beni böyle bir pozisyona, böyle bir sandalyeye oturttu. Tabii ki çok heyecan verici gurur verici bir olay. Bugün Saray’ın çevresinden geçerken bütün yolların Türk ve İngiliz bayraklarıyla süslenmişti. Benim Türk devletini temsil ediyor olmam benim için ayrı bir kıvanç, onur ve sorumluluk şüphesiz...”

KAYSERİ’DEN GELEN BİR AİLENİN ÇOCUĞU OLARAK

“Bu tabii şunu gösteriyor” diye devam etti Gül ve kendi durumundan çıkartılması gereken sonucu şöyle özetledi:
“Memleketimizde eksiklerimiz, noksanlarımız var, demokrasimizde de, başka konularda da... Ama nihayet bütün kanallar öyle veya böyle herkese açık. Ben Anadolu’dan, Kayseri’den gelen bir ailenin çocuğu olarak Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak memleketimizi bu şekilde burada temsil ediyoruz. Bunların doğrusu herkese örnek olması gerekir. Bu bakımdan ki bugün demokrasimiz her bakımdan her alanda çok daha gelişmiş vaziyette. Burada krallık var ama Türkiye’de ise demokratik yolla, yani herhangi bir aile geçmişinize, silsileye bakmadan seçiliyorsunuz. Bunlar çok farklı duygular tabii...”
Türkiye Milli Kültür Vakfı, 1976 yılında “insan planlaması” hedefleri çerçevesinde Gül’ü Londra’ya göndermeye karar vermişti. Bu kararı alan vakıf yöneticileri, eski bursiyerlerinin 22 Kasım 2011 tarihinde Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak Kraliyet Ailesi’nin atlı arabası üstünde Buckingham Sarayı’ndan içeri girmiş olmasından kuşkusuz mutluluk duyuyorlardır bugün.