Türkülerinde “yalan” diye tanımladığı dünyanın en sahici adamıydı. O hayattayken ciddi ciddi “gerçek” olduğunu sandığımız dünyamız, asıl şimdi, o ölünce, -hem de, kuyruklu- yalan oldu. Her sahici insanın kaybı, dünyayı daha da yalancı kılar.
Acı, hayal kırklığı, aşağılanma, dışlanma, horlanma, yok sayılma, sıradan insanların asla yan yana getiremeyeceği kelimelerden söz sarayları kurma becerisi, dünya malına sırt çevirme bilgeliği, şöhrete nanik yapma yüceliği hepsi bu adamdaydı. İnsana ait olduğu varsayılan ne kadar iyi, güzel, kötü hal varsa hepsini yaşadı. Tek kişi olduğuna bakmayın; hepimizin en “kalabalığı” oydu.
Dolayısıyla, kendi kilosundan çok daha “ağır” bir adamdı Neşat Ertaş. Ölümüyle bu “yalan” dünya hayli önemlice bir “yükten” de kurtulmuş oldu böylelikle. Varlığıyla o kadar “geniş” bir yer kaplıyordu ki, ölümüyle, namussuz, alçak, iki yüzlü, çıkarcı, faydacı, dönek, rantçı ne kadar tip varsa, onlara da bir hayli yer açıldı. Bu tiplerin tümünün toplamı bir Neşat Ertaş etmezdi çünkü. Bunlar çok kalabalık olmalarına rağmen “kahpe dünya”ya bir yükleri de olmamıştır. Namussuzluk baştan aşağı bir “hafiflik” halidir çünkü.
Aziz bey öldüğünde “oh be” diyen “zübük”ler, Neşat Ertaş da ölünce bir hayli rahatlamışlardır şimdi. Dünyayı yaşanmaz hale getirenler, gözlerinin içine baka baka “yalan dünya” diye türkü çığıran bu adamdan kaçırmışlardı gözlerini, o hayattayken. Şimdi korkusuzca bakabilirler kirlettikleri dünyaya. Çünkü bu dünyanın yalan olduğunu söyleyecek kimse kalmadı.
Sözü alıyor, eğip bükmeden en uygun yere koyuyor, bir bakıyorsun o söz bir hayat felsefesinin özeti oluyor. Bu yüzden bir Neşat Ertaş türküsü bilen herhangi biri, örneğin hayatının aşkına dünya kadar dil dökmek zorunda kalmazdı diye inanışım bundandır. Sevdiğine, kendisi için ne kadar değerli olduğunu “evvelim sen idin ahirim sen oldun” diyerek anlatabilir Ertaş’dan haberdar olan biri. Sevgiliye yazılan mektupların ilk cümlesinin yaratıcısı bu adamdır. Çektiğimiz en “güzel” kopyayı ona borçluyuz.
“Annem de çok severdi” dediğimde, çok ama çok sevdiğim biri, “bütün anneler sever” dedi kendinden emin bir tonla. Bizim memlekette "al ananı da git" diyenden çok, analar için “Göynüm hep seni arıyor, neredesin sen?” diye seslenenleri severler.Ben de annemi, hele ölümünden sonra, hala bu dizelerle ararım: “Tatlı dillim, güler yüzlüm/ a ceylan gözlüm/ göynüm hep seni arıyor/ Neredesin sen?” Çektiğimiz en “hüzünlü” kopyayı da ona borçluyuz.
UNESCO onu “yaşayan insan hazinesi” diye tanımlamış. “İnsanlık hazinesi” dese, eh, o da fena değil elbette ama, eksik bir tanımlama olurdu bu. O kadar çok “insan”ı, özellikle – itilmişi kakılmışı- barındırıyordu ki kişiliğinde, “insanlar hazinesiydi” gerçekten.
Bir söyleşisinde belirttiği gibi, abdal, “çingane”, köçek, kır görgüsüzü, düğün soytarısı, eğitimsiz, sapık mezhepli (alevi-bektaşiydi malum) türünden sıfatlarla tanımladılar onu. Memleketin neredeyse yarısı demektir bu.
Başbakan cenaze töreninde musalla taşının başında yaptığı konuşmada “O artık yok, sözü de kalmadı” dedi. Kalan sözleri bize yeter oysa. Sözler insan ömründen uzundurlar. Başbakan ölüm gerçeğini vurgulamak için “trilyonlara, milyarlara sahip olmak boş” bile dedi bir ara. Neşat Ertaş, bir mülksüz olarak bunu dünyanın en zengin devlet adamlarından olduğu söylenen başbakandan daha iyi bilirdi elbette. Erdoğan dahil tüm mülk sahiplerine sazıyla sözüyle bunu anlatan oydu.
Başbakanın, “onun mahlası garipti. Aslında hepimiz garibiz” demesi ne kadar ilginç. Abdallıkta, “çinganelikte”, köçeklikte, kır görgüsüzlüğünde, düğün soytarılığında, sapık mezhepliliğinde ayrıydık ama bir tür bilgelik olan “gariplik” de eşittik başbakana sorarsanız. Ertaş’a en yakışan durumdan kendine pay çıkarmak “ananı al da git” diyen birinden beklenecek şey değil. Başbakanın “al da git” dediği annelere “göynüm hep seni arıyor, neredesin sen” diyen adamdı Ertaş. Kimileri, çektikleri, kendilerine en “yakışmayan” kopyayı da ona borçlular.
Tabutunun başında bir imam edasıyla konuşma yapan Erdoğan’ın söylediklerini duyabilseydi, “yalan” olanın sadece “dünya” olmadığını anlamış da olacaktı büyük ozan. Dünya hem yalandı hem de yalancıların dünyasıydı.
Erdoğan, telif haklarından yıllarca yararlandırılmayan Ertaş’ın tabutunun başında “ona ne kadar değer verdiklerini” de vurguladı.
Yalan, insanın peşini musalla taşında bile bırakmıyormuş demek ki.
“Yalancı” dünyanın yüce ozanı, bozkırın “büyük tezenesi”. Orada olmayı en fazla hak ettiğin yerdesin. “Göynümüzde”sin yani. Orada yalan da yok yalancı da.
Musalla taşının başında bile yalancı görürsün ama “göynümüzde” asla.
Asla.