Bu mükemmel tanıma da bayıldım. Çünkü depresyon, gerçekten de sebep olduğu “heves kaybı” nedeniyle tam bir “gönül yorgunluğu” durumu yaratıyor.
MUTSUZ, yorgun ve bitkin bir dervişe sormuşlar: ”Canın ne istiyor?” Dervişin yanıtı pek kısa olmuş: “Canım hiçbir şey istememeyi istiyor.” Yorgunluğu, özellikle de gönül yorgunluğunu anlatan en güzel anektodlardan biridir bu.
Yorgunluk ve enerjisizlik biz hekimlerin en sık karşılaştığı yakınmalar oldu. Doktor muayenehaneleri keyifsiz, bitkin, hayattan hiçbir zevk almama düzeyinde isteksiz insanlarla dolu. Kime sorsanız “enerjim kalmadı, pilim bitti” diyor.
“Enerji” sözcüğü bedensel anlamda “fiziksel bir işe başlamak ve o işi sürdürmek için gerekli gücü” ifade ediyor. Gönül yorgunluğu ise yalnızca bedensel bir bitkinliği yansıtmıyor, yalnızca kaslarla bağlantılı bir durum değil. Ruhsal durumumuzla da yakından ilişkili. Bedensel bir probleminiz olmadan da, sırf zihinsel nedenlerle yorgun, bitkin, isteksiz hatta “hayata küskün” ve “gönül yorgunu” biri olabiliyorsunuz.
Dahası bu “derin yorgunluk” halini sonlandırmak için bazen yeteri kadar ruhsal enerjinizin olması da kâfi gelmiyor. Zihinsel enerjinizi harekete geçirmeniz için önemli bir manivelaya daha ihtiyacınız var. Bu “manivela” ya da “kontak anahtarı”nın adı “motivasyon!” Motivasyon –dürtü- bence sihirli bir kelime! O olmadan hiç ama hiçbir şey olmuyor. Kaygı durumu yani depresyon işte en çok da onu etkiliyor ve motivasyonunuz bitmişse eğer, “gönül yorgunluğu tuzağına düşmeniz” kaçınılmaz bir son haline geliveriyor. Motivasyonunuz yoksa örneğin, herhangi bir işe “başlamak” konusunda bir türlü başarılı olamıyorsunuz.
Canınız yatağınızdan kalkıp duş almayı bırakın, parmağınızı bile kıpırdatmayı istemiyor. Evinizin günlük işlerini yapmayı, giyinip süslenip şöyle bir dışarı çıkmayı, hatta işe gitmeyi bile arzulamıyor. İşinize zor bela gidebilseniz bile canınız yeni bir projeye başlamayı, yeni bir şey üretmeyi istemiyor. Kısacası eğer “bir şeyler yapma dürtünüz” yoksa bedensel ve ruhsal enerjinizin yeterli olması “bitkin bir gönül yorgunu” olmanızı önleyemiyor. İşte o zaman siz de o yorgun dervişlerden biri oluyorsunuz. Sizin de canınız “hiçbir şey yapmamayı istemeye!” başlıyor.
YENİ tamamlanan bir çalışma “olumlu düşüncenin gücü”nün önemini yeniden hatırlattı. Araştırmanın sonuçlarına bakılırsa insan beyni doğal olarak ve de “doğuştan” “iyimser” olmaya eğilimli. Yeter ki siz ona zorla kötü düşünceleri, olumsuz algıları yüklemeye çalışmayın. Olumlu düşünmenin sağlıklı ve uzun yaşama mükemmel bir destek sağladığı da biliniyor. Bir başka deyişle “iyimserlik” ömrü uzatıyor. Daha önce de yazdım ama yeniden hatırlatayım:
İyimser çabuk iyileşir
“Olumlu ve mutlu bir hayatı olan orta yaşlıların, olumsuz düşünmekte ısrar edenlere oranla neredeyse 20 yıl daha uzun bir ömür sürdükleri” anlaşılıyor. İyimserler daha az hastalanıyor, hastalanınca daha çabuk iyileşiyor. Genelde fiziksel ve ruhsal alanda daha az sorun yaşıyor. Daha sakin ve mutlular. Daha iyi uyuyor, daha dinç ve keyifli uyanıyorlar. Bağışıklık sistemleri daha güçlü. Tansiyonları daha dengeli. Şekerleri daha normal seviyelerde. Kısacası, beyni bildiğinden şaşırtmamakta ve onun doğal olarak sahip olduğu iyimserlik hali içinde bırakmakta fayda var. Her iyi insan, iyimser insandır.
Yorgunluk sorununun yaygınlaşmasında en önemli faktörlerden biri olarak gösterilen depresyona Anadolu’nun çoğu yerinde gönül yorgunluğu dendiğini sevgili dostum Ali Saydam yazmış, ben bir sohbet anında Dr. Sabri Çarmıklı’dan öğrendim. Bu mükemmel tanıma da bayıldım. Çünkü depresyon, gerçekten de sebep olduğu “heves kaybı” nedeniyle tam bir “gönül yorgunluğu” durumu yaratıyor. Eğer yorgunluk durumunuza “huzursuzluk, uyku bozukluğu (uykusuzluk, erken uyanmalar, uyku bölünmeleri), kas gerginliği, sinirlilik, alınganlık, olur olmaz durumlarda ağlama eğilimi, odaklanma kusuru” gibi kaygı durumunun diğer belirtileri de eklenmişse, bitkinliğinizin giderek büyüyen bir gönül yorgunluğu sürecinin de işareti olabileceği aklınızda olsun.
YAPILAN çalışmalardan çıkan enteresan bir sonuç da şu: İnsanlarla daha sık haşir neşir olan, çevresi geniş, sosyal bağları güçlü insanlar daha uzun yaşıyor. Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma (Dr. Thomas Glass ve arkadaşları) net olarak şunu göstermiş: Başkaları ile birlikte hoş zamanlar geçirmek yaşam süresini uzatıyor. Moda deyimle “sosyalleşme”yi becerebilenlerin uzun yaşama olasılığı, yalnız yaşayan insanlara oranla %20 daha fazla.
‘Sosyalleşin’ dostlar
Komşu ziyaretleri, kahve sohbetleri, akşam gezmeleri, arkadaş toplantıları, ortak klüp ve dernek faaliyetleri, hemşerilik, okuldaşlık ya da mesleki örgüt toplantıları bu nedenle çok faydalı. Sosyal bağlantıların yaygın ve güçlü olması her şeyden önce de kaygıyı azaltıyor, stres hormonlarının seviyelerini düşürüyor. Başkalarıyla paylaşılan zamanlar ister keyifli, isterse acılı ya da ızdıraplı zamanlar olsun fark etmiyor, her iki durum da ruhsal sağlığı olumlu yönde etkiliyor. Yalnız kendisinin değil başkalarının da sağlığına önem veren, yalnız kendi acılarına değil diğerlerinin de acılarına katılmayı ve katlanmayı başarabilen, üzüntülü veya keyifli zamanları paylaşabilecek güvenli dostluklara sahip olanlar daha sağlıklı ve uzun bir ömür sürmekte daha şanslılar.
HARVARD Üniversitesin’den Dr. Gary Small dikkatle izlediğim “iyi yaşam” uzmanlarından biridir. Dr. Small’a göre mutlu bir yaşam için “iyi seks, sık yapılandan daha etkilidir!” Bu açıdan bakıldığında, Harvard’lı ünlü doktorun görüşleri sevgili Dr. Mehmet Öz’den farklı. Dr. Small’a göre çözüm skorda değil kalitede. Dr. Gary Small diyor ki: “Dünyanın farklı merkezlerinde yapılan araştırmalar cinsel aktivite ile yaşam süresi arasında pozitif bir bağlantı olduğunu teyit ediyor.
Orgazm ömür uzatır
Örneğin cinsel açıdan aktif olan erkeklerin haftada iki ya da daha fazla orgazm olanların da ortalama yaşam süresi ayda bir kez orgazm olanlara göre %50 daha uzun! Bu farkın neden kaynaklandığı tam olarak bilinmiyor ama kalp krizi riskinin düşmesiyle bile ilişkili olabileceği düşünülüyor. (Cinsel dürtüyü etkileyen testosteron hormonunun kadınlarda da erkeklerde de kalp krizi riskini düşürdüğü biliniyor).
Her derde deva
Cinsel aktivitenin fiziksel zindeliğe katkı yaptığı da kesin. Cinsel aktivite bağışıklık sistemini de güçlendirebilir. (Mesela düzenli cinsel aktivite immunoglobülin A seviyesini de arttırıyor). Keyifli bir cinsel yaşamın kas gerginliğini azalttığı, daha iyi uyumayı sağladığı, kronik ağrı, kaygı ve benzeri sorunları seyrekleştirdiği de biliniyor.