Memur olduğumuz zamanlar ne yazık ki, üç maymunları oynamak zorundaydık. Elbette ki, kendi dünyamızda hukukun üstünlüğü ve demokratik ilkeler çerçevesinde hareket etsekte kendimize ait birikimi 657 sayılı Devlet Memurları kanununun demeç verme yasağından dolayı konuştuğumuz her şey belki bu kapsama girer, ağrımayan başımızı ağrıtır endişesiyle konuşamazdık. Ancak buna rağmen sakınılan göze çöp girer misali sık sık nedense birilerini ürkütür ve bizlerin ırgalanmasına, soruşturmalar geçirmesine veya sürgünlere gitmemize neden olurdu.
Anavatan Partisi'ne oy verdim, 1992 de Nevşehir Ürgüp’e, MHP’ye oy verdim 2000 de Bartın’a sürgün edilmiştim, Akp ye oy verdim pasifize edilme ve sonrasında zorla emekliliğe sevk edildim. Yani anlayacağınız aktif olarak siyasette olmasamda oy verdiğim partiler beni hep hak mahrumiyetine uğrattı.
26 yıllık emniyet mensubu devlet memurluğum ya ırgalamalar, soruşturmalar, hakaretler, aşağılamalar, ya da haksızlıklar ve sürgünlerle geçti. Bütün bu zorluklar ve musibetlere rağmen Allah c.c. inancı beni hep ayakta tuttu ve bana alnımın ak olacağı güzel yollar açtı.
Yaşadığım ilginç çok anıyı yeri geldikçe paylaşacağım. Nevşehir Ürgüp’e 1992 de sürgün gittikten sonra 8 ay çalışabildim. 1993 Mart ayı Ramazana denk gelmişti. Eşim Kur’an okuması hızlı olduğundan kiracısı olduğumuz Dinler oteli lojmanlarında ikamet eden kişilerden Hakim Hüseyin beyin eşi, eşime “Ramazanda sen bize mukabele oku, ay başı durumuna göre yirmi günde yapalım ve her dairede dolaşarak yapalım” diye dile getirdiği öneriyi bana iletti. Şimdi siz ne kadar doğal, Temel İnsan Haklarına uygun önerinin nesi var ki diyeceksiniz. Ancak o zamanlar öyle değildi. Böyle bir önerinin benim ırgalanmam manasını içeriyordu; ancak ben yaşayarak öğrenmek istedim. Teklifi “kabul et bakalım ne olacak” dedim.
Eşime bu öneriyi getiren Hakim Hüseyin beyin eşi mukabeleyi takip eden kişiler olarakta ilçe meniyet müdürünün eşine de teklif ediyor, o kabul etmiyor ve eşine de bunu yansıtıyor. Her Cuma günü acil işim yoksa görevde de olsam Cuma namazına giderdim. Bir Cuma günü ilçe müdürü karakolun içinden ilçe müdürlüğüne geçerken bana “Metin Cuma namazına gitmiyormusun” dedi. Ben de “birazdan hazırlanıp gideceğim” dedim. Abdest almak için üst kat müdürlüğe çıktım, abdestten dönerken ilçe müdürü ile karakol amiri olan komiserin ayak üstü koridorda konuştuklarını gördüm, yanlarından geçerken “benden geldiğini söyleme, ama onu ikaz et” ifadesini duydum ve geçerek gittim. O akşam karakol amiri komiser bana “Metin duydum ki eşin bulunduğunuz binada dini toplantılar yapıyormuş yapmasa iyi olur bu sana zarar verir.” Ben de “toplantı değil her evde değişken olarak mukabele okunuyor bunda ne var ki?” dedim. O “Senin için iyi olmaz bak senin geleceğin var, ileride müdür olacaksın bunlar iyi değil, sen toplantı değil desende orada kimbilir neler konuşuluyor, neler anlatıyor?” Ben de “mukabelenin dışında bir şey yok. Ha dini bir soru sorulurda eşimde bilirse cevaplar, yoksa bilmiyorum der, diğer türlü siyasi bir yönü yok. Sizce bir sakınca varsa gidin gereğini yapın bende altına imza atacağım” dedim. O da “sen bilirsin” dedi ve meseleyi kapattı. Sonraki Cuma ilçe müdürü beni odasına çağırdı ve benzer konuşmalar geçti. İlçe müdürü devam ederek “Ticaniler gibi konuşmalar yapıyormuş ne mukabelesi bak bu senin için iyi olmaz senin sicilin bende” deyince ben de “yeter artık ben dinimi iyi yaşıyamıyorken bile böyle davranıyorsunuz, hukuken suçsa gereğini yapın, beni ikaz etmeyin ben eşimi doğru buluyorum” deyince ilçe müdürü “seni karakoldan alıyorum sivil savunma amiri yapıyorum” dedi bende “olur” dedim o da “Defol git buraya bir daha gelme seni almıyorum” dedi. Bende “beni işe alan sen değilsin atmayada yetkili değilsin ben geleceğim ve sende engelleyemezsin” dedim. O da “sana iyi öğretmişler” dedi bende “bana kimse bir şey öğretmesine gerek yok hukuk eğitimi almış birisi olarak ben bir avukat kadar haklarımı savunmasını bilirim” dedim.O gün sivil savunma bürosuna beni geçirdi bir başka komiser büyüğüm araya girerek bizi barıştırdı; ancak kendisi il müdürü ile randevusu olduğu gideceğini ifade etti ve o günden bir kaç gün sonra yine karakolda gece grup amirliğinde görevli iken karakol lokalinde, hiç unutmam Minyeli Abudllah filmini kanal 6 da izliyordum. Karakol amiri beni çağırdı ve Hacıbektaş ilçesine sürgün yazımı tebliğ etti. O filmi izlemeye devam ettim. Orada bir sahne vardı, Minyeli Abdullah hapse atılır eşi,annesi ve çocukları trenle Minyeye giderken aynı kompartımana iki erkek girerek oturur, anne ağlamakta erkeklerden biri sorar “Teyze niçin ağlıyorsun?” O da “Oğlum minyeli Abdullahı haksız yere içeri attılar ona ağlıyorum” o erkekte “Teyze haklı yere içeri atsalar dahamı iyi olacaktı?” nefis ifadesini kullanır.
Evet başta Eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk son günlerde yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
sorusuna cevaben “Ben hukukun bu kadar yerle bir edildiği bir dönemi hiç yaşamadım. Çok tatsız. Kaygılıyım.” söylediği ülkemizin insanınında genel halini yansıtıyor.
Konuyla alakalı bir anımıda ifade etmek istiyorum. Sene 1990 da eşimle nişanlı iken ziyarete gidip Topkapı’dan otobüsle dönerken Harem’de de rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu eşi, annesi ve çocukları ile aynı otobüse bindiğini görmem üzerine, yan koridor koltuğa bende geçerek sabaha kadar sohbetimiz olmuştu. Kendisini eskiden beri sever ve takdir ederdim. Kendisi yeni Mhp den ayrılmış ve henüz parti kurmamıştı. O sohbette konumuzla alakalı ilginç bir ifadede bulundu “Metin memelekimiz için canımızı göze aldık ve çalıştık. Haksız yere içeri atıldık, okumalar yaptık, siyasete girdik ve Türkiye’de olan biteni anlamaya çalıştık. Şöyle bir kanaata vardım. Bir yuvarlak masa var etrafında bir patron ve çeşitli kişiler var. Patron birisine diyor ki sen sağ oyları savun, onun yanındakine sen sol oyları savun, bir diğerine sen dindar oyları savun, bir diğerine sen milliyetçi oyları savun, bir diğerine sen komünist oyları savun diyor. Bunlar sanki birbirine zıt gibi gözükselerde aslında bir yerden emir alıyorlar” Ben kendisine “bunlar kim” dediğimde “Bilmiyorum ama öyle tahmin ediyorum” dedi.
İşte tüm bu durumları göz önüne aldığımızda bağımsız adaylar benim dikkatimi daha çok çekmektedir. İstanbul 3. Bölge bağımsız adayı Hakan Şükür geçmiş yaşantısı, başarılarıyla hep dürüst, ilkeli, hakkaniyetli, adil, doğrucu, sözünü budaktan savunmayan, ilkelerinden her durumda taviz vermeyen, halkın insanı imajını çizmektedir. Şu ana kadar olan milletvekilliği esnasında mazlum ve mağdurların sesi olduğu gibi bundan sonra da olmaya devam edeceği aşikar gözükmektedir. Benim ikamet adresimin de bölgesi olması nedeniyle gönlüm kendisinde diyorum.
İstanbul 1. Bölge bağımsız adayı Ali Fuat Yılmazer’le birlikte çalışmadık ancak teşkilat yapısını bilmem, onların muhatap olduğu soruşturmaları basından da olsa araştırmam, kendisi ile ilgili söylenenleri dinlememle kendilerinin de hakikaten doğrunun, güzelin, iyinin yanında olacaklarından kuşkum yoktur.
Yine İstanbul 2. Bölge bağımsız adayı Yakup Saygılı’yı Diyarbakır’dan tanışıyorum, kendisinin bilgiye aşık hali ve bitmez bir gayretle ülkesi için çırpınması ve teşkilata katma değer sağlaması olumlu referans olarak gözükmektedir.
Ankara 1. Bölge bağımsız adayı Nazmi Ardıç’ın Polis Akademisinde sınıf komiserliğinide yaptım. Hani derler ki bir kişi yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Ben kendisini dürüst, bilgi aşığı, adil, ülkesi ve milletini seven, fedakar insan olarak bildim ve bunun devam ettiğini de gördüm.
Ankara 2. Bölge bağımsız adayı Yurt Atayün’le birlikte çalışmadık, abisinin bilgi aşığı, dürüst ve çalışkan yönünün kardeşinde de olduğunu ifade edilmektedir.
Adı geçen bağımsız adayların her birisinin ortak özellikleri olarak hakkaniyet, dürüstlük, hizmet üretme, sözünü budaktan sakınmama, siyaseti Avrupa standartlarında olması gereken ve insanımıza güven verecek düzeye getirilmesinde katkıda bulunabilecekleri güvenilir insanlardır. Bunlar insanlarımıza belki iş ve aş vaadetmiyecekler, ama insan yerine konulmak, demokrasiyi, özgürlüklerimizi, herkesin hakkı olan aş ve işin eşit dağıtılmasını istemek konusunda her vatandaşın sesi soluğu olacaklarına inanıyorum. Onlar sesini duyuramayanların sesi, çaresizlik hisseden yüreklerin çaresi olmak ve daha fazla ailelerin ve yüreklerin parçalanmaması adına taşın altına elini koymaya karar verenlerdir.
Yeni seçimde güzel ahlak, sevgi, dayanışma, huzur, adalet, özgürlük için elele olma dileğiyle...