Genelkurmay dinleniyorsa NATO dinleniyor demektir

Bir önceki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in konuşmalarının dinlenip kaydedilmesinin ve sonra da medyaya servis edilmesinin yankıları sürüyor elbette, sürecektir de.

Bayram günü bir dost sohbetinde uzun yıllar önemli bir devlet kurumunun başında oturmuş daha siyaset hayatına atılmış bir dostum, “deneyimlerinden” yararlanarak dedi ki “Biz Genelkurmay’ın nasıl dinlendiğini merak ediyoruz ama asıl dinlenenin NATO olduğu aklımıza gelmiyor.”

Haklı tabii. Sonuçta Türk ordusu NATO ordusu.

Dostum, “Bak” dedi ve devam etti: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün talimatnameleri dışarıdan gelir. Lavaboda nasıl el yıkanacağı bile tercüme edilmiş talimatlara göre yapılır. Demek ki bir Genelkurmay Başkanı’nın odasının veya bulunduğu yerin güvenliği için de talimatlar vardır. Fransa Genelkurmay Başkanı dinlenmemek, kaydedilmemek için ne önlem alıyorsa bizim Genelkurmay da aynı önlemi alıyordur.”

Ben de “almamışlar” dedim. Gülerek “Tabii ilk akla gelen bu, ama o zaman da NATO’nun hesap sorması gerekmez mi? Sormuyorlar, tek kelime etmiyorlar” dedi ve can alıcı bir şey ekledi:

“Kozmik odaya girip arama yapıldı. Yahu orası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kozmik odası değil ki, NATO’nun kozmik odası, oraya elini kolunu sallayarak giriyorsan demek ki NATO’dan da iznin var.”

Yorum yapmak istemedim, zaman zaman aklıma takılan bir konu bu çünkü ve sadece “hmmm” diyerek sustum.

Ama dostum sürdürdü konuşmasını “Bütün bunların altında yatan 1 Mart tezkeresidir, bunu bil. Hatırla, Milli Güvenlik Genel Sekreteri olan bir Orgeneral artık NATO’dan çıkmayı sorgulamaktan, İran ve Rusya ile yeni pakt kurmaktan söz etmişti. NATO bunu kabul edebilir mi, bunu yapanları cezasız bırakabilir mi?”

İyice sustum ve düşündüm; Genelkurmay Başkanlığı dinlenebiliyorsa bunu ancak gücünü çok önemli yerden alan bir çete gerçekleştirebilir. Bu güç, Türkiye’de kimi generallerin sistem dışına çıkma hevesi taşıdıklarını gördü de, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yeniden yapılandırmaya mı soyundu acaba?



CHP Alevi partisi mi?

Son günlerde “acaba ben de yanlış mı yapıyorum?” düşünüyorum. Konu şu; CHP’nin tepe yönetiminin (ilk üç sıra) Alevi olması partinin bir Alevi partisi gibi mi görünmesine neden oluyor? Bunu yazmak aynı zamanda yangına körükle gitmek anlamına mı geliyor?

Açıkçası ben de çelişkiye düştüm bu konuda. Çünkü gerçeği yazmak da sorun, görmezden gelmeye kalkmak da.

CHP’nin Başkanı’nın ya da yöneticilerinin bir kısmının ya da tamamının Alevi olması beni hiç ilgilendirmiyor.

Çünkü siyasi görüşlere de, dini inanışlara da, etnik kökenlere de bakış açımda hiçbir ayrımcılığa yer yok.

Dili, dini, etnik kökeni, cinsiyeti, rengi ne olursa olsun, eğer bir kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı unvanını taşıyorsa hepsi benim için birdir, aralarında hiçbir fark yoktur.

Önemli olan yaptığı iştir, eğitimi, bilgisi, kültürü, karakteri, dürüstlüğü, namusu, vicdanı, ahlâkıdır.

CHP’nin yönetiminde Alevilerin de olması bu partiyi Alevi partisi yapmaz bana göre.

Ancak, dini siyasete alet etme ustası olan AKP’de durum öyle değil. Bu parti bir yandan “açılım” adı altında Alevi çalıştayları düzenler, Cemevlerine hukuksal düzen kazandırmaya çalışır, Alevi önderlerini göklere çıkarırken, diğer taraftan katı Sünni kesimlerde zaten var olan Alevi karşıtlığını alabildiğine körüklemekten ve bir siyasi rant elde etmekten hiç geri kalmıyor.

Nitekim 2011 seçim kampanyalarında Anadolu’nun pek çok yerinde CHP’deki Alevileri dile dolayan AKP adayları ve tabii ki yöneticileri seçim sonuçlarında çok etkili oldular.

Bu konuda kafa karışıklığı yaratan bir konu da şu; Eğer CHP için “Alevi partisi oldu” söylemini kullanacaksak örneğin AKP için veya MHP için “Sünni partisi” mi diyeceğiz.

CHP yönetiminde Aleviler olmasaydı, gazete yazılarında “CHP’nin en tepe yöneticileri Sünni” şeklinde ifadeler olacak mıydı?

“Ayrımcılığa karşıyız; inançlar, mezhepler, etnik kökenler önemli değildir” derken acaba sıra CHP’ye gelince bu görüşlerimizi terk mi ediyoruz.

Her vicdan sahibi kişinin konuya bu açıdan bakmasını tavsiye ederim.



O fotoğraf çok çirkin

Cumhurbaşkanı Gül “Başka mana aramayın” diyor. Söylediği Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son birkaç günde attığı “yeni” adımlar. Ama yeni Genelkurmay Başkanı’nın Cumhurbaşkanı önünde verdiği pozu tarif ettiği apaçık ortada.

O fotoğrafı gördünüz. Genelkurmay Başkanı tıpkı Ecevit’in Clinton’la verdiği pozdaki gibi Cumhurbaşkanı’nı selamlıyor.

Bunu hiç sevemedim.

Kimse “İşte sivilleşme bu, asker sivil otoritenin önünde işte böyle başını eğecek” demesin.

O fotoğraftaki kişi Karayolları Genel Müdürü de olsa, Vali de olsa, muhtar da olsa hatta sıradan bir vatandaş da olsa aynı şeyi hissederim. Kimse bir başkasının önünde bu kadar boynu bükük durmamalı. Bunun saygıyla hele hele “demokratikleşme, sivilleşme” ile ilgisi yok.

O poz belki bir saniyenin ürünü, ama yayınlandı işte. Art niyet aramadan “talihsizlik” olarak niteliyor ve hiç beğenmediğimi söylemek istiyorum.



Toplu telefon mesajları çok sıktı artık

Kandildi, bayramdı geldi mi cep telefonları çekilmez oluyor. Günün her saatinde, sabahın yedisinden, gece yarısı ikiye kadar susmuyor telefonlar.

Çünkü artık her şeyin kolayına kaçan halkımız (dostlarımız) kutlama mesajı gönderiyor.

Yazıyor telefonuna bir mesaj, kimi sade kimi çok ağdalı, sonra basıyor bir düğmeye “rehberdeki herkese gönder” ve gidiyor o mesaj, tanıdık tanımadık herkese. Rehberde kimi tesadüfen de olsa kayıtlı kim varsa.

Teknoloji de olsa bunun bir süresi var, size mesaj örneğin sabahın beşinde ulaşıyor.

“Çin” diye bir ses başucunuzda, uykunuzun en derin anında, uyanıyorsunuz tabii. Anlıyorsunuz anlamasına gelen mesajın ne olduğunu da yine de bakmadan edemiyorsunuz.

Hani bir söz vardı eskiden “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diye. Şimdi de “cep telefonu icat edildi, hasletler bozuldu” diyebiliriz.

Kandil kutlamanın da bayram kutlamanın da bir kuralı, bir ritüeli, bir geleneği vardır. Öyle rehberde adı geçen herkesin, kuru biçimde ya da günün modasıyla teknolojik olarak kandili bayramı kutlanmaz.

Kutlama şahsidir, yürekten gelir.

Telefon rehberinde yazılı bir isim vardır, günde beş kere konuşursunuz onunla. Ama öyle isimler vardır ki yıl içinde bir kere bile konuşmazsınız.

Aynı kutlama olur mu ikisi için birden?

Bana da yüzlerce bu tür kutlama geliyor her kandilde, bayramda. Açıkçası bana adımla hitap etmeyen hiçbirini cevaplamıyorum, çünkü birçoğuyla belki telefonda bir kere konuşmuşum, belki bir kere karşı karşıya gelmişim, ama benim numaramı alıp kaydetmiş rehberine.

O kutlama mesajını atarken rehberde benim de olduğumu hatırlamıyor bile büyük ihtimalle. Diyorum ki, madem dini günlere bu kadar meraklıyız, o zaman kutlamaları da kuralına uygun yapalım. Teknolojiden yararlanıp “yaz mesaj, at herkese” tembelliğine kapılmayalım.

Özen gösterelim, kimi kutlamak istiyorsak ya açıp kendisiyle konuşalım ya da ona özel mesaj yazalım.

NOT: Mesajların büyük çoğunluğu Şeker Bayramı ile ilgili ve ağdalı. İyi de aynı gün bugünleri borçlu olduğumuz Zafer Bayramı da vardı.



Bu yılki Zafer Bayramı kutlamalarında, son üç yıldır kullanılan “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” afişlerine yer verilmemiş. Yerinde bir karar. Hatta yeni bir slogan bulunacaksa cümleye “Güç Durumdaki Ordu” diyerek başlanabilir... (Gani Yıldız)