Genelkurmay Başkanı hangi bilgileri vermiş?



Özel de “İstediği bilgileri Özel Yetkili Savcıların yetkisi çerçevesinde verdik onlara. Bilgileri savcılığa verdik. Savcılığın uygun göreceği şekilde onları da verdik Komisyona” diye cevaplamış.

Demek ki ne isteniyorsa verilmiş.

Demek ki gizli bir şey yok.

Demek ki her şey bildirilmiş.

Tamam da, sorun ne o zaman?

Neden Uludere olayı ile ilgili kamuoyu hâlâ tatmin edilmiş değil?

Bu olay başından beri garip.

Her şey ortada ama hiç kimse hiçbir şey bilmiyor.

Örneğin tam 3 buçuk aydır çok basit sorular soruyorum.

Genelkurmay Başkanı “her şeyi verdik” derken bu soruların cevabını içeren bir şey verdi mi acaba?

Soruları tekrarlayayım.

1- Uludere’de geçiş yapanların arasında PKK liderleri de olduğu istihbaratı kimden geldi?

2- Bu istihbarat nerede değerlendirildi?

3- İstihbarat gereği vur emri kim tarafından verildi?

Sorular bu kadar basit.

Burada gizlilikle ilgili bir şey de yok. Çünkü her şey kamuoyunun gözü önünde yaşandı.

Eğer Genelkurmay Başkanı’nın dediği gibi “istenen her şey verildiyse” neden hâlâ olay çözülmüyor?

Bu kadar açık yapılan bir operasyonla savcılığın ne işi olabilir? Neyi soruşturacak, neyi açığa çıkarak?

Koca Genelkurmay’ın içine düştüğü durum gerçekten yürekler acısı.

İstihbarat kimden diyorsunuz, “milli kaynak” diyorlar.

İstihbaratı kimin değerlendirdiğini soruyorsunuz, cevap yok.

Vur emrinin nereden verildiğini merak ediyorsunuz, o konuda ser verip sır vermiyorlar.

Ama “savcıya her şeyi verdik” diyorlar.

Peki verdiğiniz ne?

O savcılar madem bu bilgileri aldılar neden hâlâ oyalama içinde?

Haydi diyelim ki savcılık hukuk çerçevesinde belli bir prosedürle çalışmak zorunda, o nedenle işler biraz ağır ilerliyor, peki aynı bilgiler madem Meclis Komisyonu’na da verildi, onlar neden hâlâ “hiçbir şey bilmediklerini” söylüyor.

Yazık değil mi bu ülkeye?

Etrafımız ateş çemberi.

Suriye’ye girdik gireceğiz, Irak’la da düşman hâle geldik. Güneydoğu zaten kaynayan kazan.

Nasıl güveneceğiz biz bu askerimize?



Türbanlı 23 Nisan’la daha demokratik olmadık

Cumhuriyet kolay kurulmadı.

Bitmiş bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet doğdu.

Bu devlet bundan 90 yıl önce, dünya konjonktürü neyi gerektiriyorsa öyle kuruldu.

Sınırları belirlendi, bir ulus oluşturuldu, demokrasiye açılacak bir kapıdan geçilerek Türkiye Cumhuriyeti oluşturuldu.

Cumhuriyetin kuruluşu bir devrimdi.

Her devrimde olduğu gibi temel kurallar yeniden belirlendi, dev bir imparatorluğu batma noktasına getiren bütün kurum ve kuruluşlar yerle bir edildi, yeni Cumhuriyeti daha ilk günden hançerlemeye çalışanların da gözünün yaşına bakılmadı.

İlk 15 yıl çok hızlı bir kalkınma ve devrimleri yerine oturtma çabası içinde geçti.

Ardından, 6 yıl süren ve 60 milyon insanın ölümüne neden olan İkinci Dünya Savaşı yaşandı. Savaş biter bitmez, 1923’teki kuruluş felsefesinde belirtilen demokratik hedefin ilk aşaması olan çok partili rejime geçildi.

Sonraki yıllarda hepsi de “NATO-Amerika-Batı” zorlamasıyla “Türkiye’yi dizayn etme amaçlı” darbelere rağmen demokrasi gelişti.

Demokrasi çabaları hep din eksenli devlet özlemi çekenlerin, 1923 felsefesine ve devrimlerine nefret duyanların hançerlemeleriyle engellenmeye çalışıldı.

Sonunda bu zihniyet yine demokrasinin erdemi sayesinde iktidarı ele geçirdi. Ayakta kalabilmek için inanmadığı demokrasiye tutunmuş gibi görünüyor.

İktidarın gücüyle şimdi 1923 felsefesinden ve devrimlerden hesap soruyor.

23 Nisan resepsiyonuna türbanlıların da gelmesini “demokrasinin zaferi”gibi sunuyor.

Bu doğru değil. Bu iktidar bundan 10 yıl önce de bu resepsiyona türbanlı olarak gelebilirdi. Gelmedi. “Şartlar” bahanesinin arkasına sığındı, hep mağduriyet yaratmaya çabaladı.

Bugün ise “şartlar değişti” diyor. Nedir değişen? Hiçbir şey.

10 yıl önce Başbakan eşiyle birlikte gelseydi bu resepsiyona yine hiçbir şey olmazdı.

Kimse kendini kandırmasın.



Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Başbakan olan küçüğümüze göre kabinenin en başarılıları Dışişleri ve Enerji bakanlarıymış. Çocuk aklı işte, dış politikada bol sorunu ve benzine gelen bol zammı iyi şeyler sanıyor! (Gani Yıldız)



Komutanlar da eşleriyle gelmeliydi

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan 23 Nisan resepsiyonuna asker de tam kadroyla katıldı.

Ama nedense askerler eşlerini getirmemişti.

Nedense Cumhurbaşkanı da tek başına katıldı bu resepsiyona. Neden?

Askerlerin resepsiyona eşleriyle birlikte gelmeleri gerekirdi.

Tavır olarak demiyorum, nezaket gereği.

Çünkü davetiyeler “eşli” olarak hazırlanmıştı.

“Eşli” davetlere eşler de katılır.

Katılmamak nezaketsizliktir en azından.

Ama bütün komutanların eşlerini evde bırakmaları toplu nezaketsizliktir ki, bu da bir tür devlete başkaldırı olarak tanımlanabilir.

Bugün değil belki, ama yarın komutanlarının eşlerini yanlarında getirmemesi “hükümeti yıkmak için ortak eylem” olarak adlandırılabilir ve “darbe teşebbüsüne” bile sokulabilir.

Gülmeyin ve olmaz demeyin.

Ayrıca her gün biraz daha demokratikleşen ordumuzun komutanlarının “yeni Türkiye!” manzarasına katkı sağlamaları da gerekirdi.

Herhalde askeri üniformalı komutanlar ve eşleriyle, milletvekilleri ve türban üniformalı eşlerinin birlikte çektirecekleri fotoğraf da “ileri demokrasimizin” tarihine altın harflerle geçerdi.

Yazık, askerimiz bu tarihi fırsatı kaçırdı.

(Vatan gazetesinden alınmıştır)