1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan Garanti ve İttifak Anlaşmasını, Türkiye’nin Garantörlüğünü ve Uluslararası kurallara göre adada bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığı konularını göz göre göre, bilinçsizce dürttük ve zedeledik.
Daha geçen yılki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bitmesinden birkaç hafta sonra resmi ağızdan “Garantiler Tabu değildir” açıklaması ile güya ileriye doğru bir adım attığımızı zannederek kendimize fena bir gol attık. Benim kişisel değerlendirmeme göre büyük bir politik ve stratejik hata oldu bu açıklama. Aynen “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” ile aynı mantıkta ve eşdeğerdi maalesef.
Yıllar önce biz Kıbrıslı Türkler soykırıma uğradığında Batı dünyasının bizlere attığı politik kazıktan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ne el koyan Rumlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine kabul edilirken 16 Ağustos 1960 tarihinde resmen yürürlüğe giren Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını, içeriğinde Türkiye’nin garantörlüğünü barındıran Ek I, Garantiler ve İttifak Anlaşması ile birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını olduğu gibi kabul etmişti. Günümüzde halen, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Avrupa Birliği müktesebatı içinde Birincil Hukuk olarak yer almakta.
Almanya’nın Stratejik garantörünün Amerika Birleşik Devletlerinin olduğu AB’nin Birincil Hukukunda yer aldığı gibi, Türkiye’nin de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Garantörü olduğu aynı kıstaslarda ve eşit geçerlilikte 1 Mayıs 2004 tarihinden beridir AB’nin Birincil Hukuku içinde yer alıyor. Zaten dönemin AB Komiseri Olli Rehn de 2009 yılının Ocak ayında yaptığı resmi açıklamada, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetinin garantörü olmasının AB’nin kurallarına ve müktesebatına aykırı olmadığını belirtmişti.
Müzakere ekibimizin, ikide birde “AB üyesi bir ülkenin garantörü AB dışından bir ülke olamaz” ve “Garantörlük kavramı 21. Yüzyılda geçerliliğini kaybetmiştir” diyen Rumların oyununa geldikleri kesin. Belli ki hiç araştırma yapmışlar. Avrupa Birliği ile Rumlara müzakerelerde yapıcı gözükmek için de seçimin hemen sonrasına “garantiler tabu değildir” mesajını vermiş, arkasından da Türkiye’nin garantisini konuşmaya başlamışlar.
Şimdi müzakere heyetinin Garantiler konusunda geldiği aşama 15 yıllık bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin, Kıbrıs adası üzerinde olan garantisinin tekrar gözden geçirileceği ve kaldırılabileceği şeklinde.
Garantileri tartış ve 15 yıla bağla, nüfus oranını ilelebet kalacak şekilde 4 Rum’a 1 Türk olarak kabul et, KKTC topraklarının beşte birinden fazlasını Rumlara iade etmeyi onayla, tazminatla kapatılabilecek toprak konusunda mülkiyetin sahipliliği hakkı olarak ilk sözün ve kararın 1974 yılında 6 yaşında olan bir çocuğa kadar geri gidebileceğini kabul et, binlerce Türk ailesinin göçmen olacağının altyapısını oluştur, 4 özgürlüğün uygulanabileceğinin, yani Rumların çalışmak, yerleşmek, mülk edinmek ve iş kurmak için KKTC’de yaşayabileceklerinin altına imzanı at, Kıbrıslı Türklerin yegane hayatta kalma garantisi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs adasından ayrılmasını onayla ve 60 bin Rum’un bize göre Türk Devleti, Rumlara göre Türk Eyaleti içine yerleşmesini tasdikle ve bunun adını da “Müzakereler iyi gidiyor” koy!
Güzel hoş da, bütün bunlardan sonra dünya ve Türk tarihine “Yıllarca kan ve gözyaşı döküp, göçmenliği en acı bir şekilde yaşadıktan sonra kurmayı başardığı devletini lav edip, üzerinde yaşadığı topraklardaki egemenliğini de çöpe atıp bir başka milletin boyunduruğu altına, azınlık olarak girmeyi kabul eden halk” olarak geçmeyi acaba hangimiz kabul edeceğiz ve nasıl kabul edeceğiz, gerçekten çok merak ediyorum. 2004 yılındaki “Annan Planı” döneminde yaşadığımız gibi gene ABD ve Avrupa Birliği, Dolarları ve Euroları KKTC’de saçarak ajanları vasıtası ile aramızdaki hainleri satın alıp, aptalları, kaypakları ve akılsızları kandırmaya çalışacaklar, KKTC’yi tarihin karanlıklarına gömmek ve Kıbrıs adasını Rumların hakimiyeti altına sokmak için…