Fransa Ulusal Meclisi Genel Kurulu, 1879 Fransız Devrim’inin ruhunu sızlatan bir karar aldı. 2001, 2006 ve 2010 yılında da gündeme 1915 olaylarının Ermeni soykırımı olmadığını ifade etmeyi yasaklayan tasarı meclis üyelerinin sadece 40’nın oyu ile geçti. Ermeni soykırım iddialarının reddi, hafife alınması ve alay edilmesine yasak getiren ve bu fiilleri işleyenlere bir yıl hapis, 45 bin Euro para cezası öngören yasa meclisin üst kanadı Senatoda da kabul edildiği takdirde birçok açıdan Türkiye’yi etkileyebilecek sonuçlar doğuracaktır.
Her ne kadar yasa Fransız Ulusal Meclis’inden geçmiş olsa da Fransız kamuoyunun bu yasanın arkasındaki yasakçı zihniyeti bütünüyle desteklediğini söylemek güç. Zira oylamaya 577 üyeden sadece 46’sı katılmış ve bunların da 40’u tasarının geçmesi için oy kullanmıştır. Bu oran belki meclisin çalışma tekniği açısından bu ülkede kabul edilen bir durum olabilir ancak Fransız kamuoyunun iradesini yansıttığını söylemek mümkün değil. Ayrıca yasa, bütün dünyada ilham kaynağı olan ve pek yerde özgürlük ateşini tetikleyen Fransız Devrimi ve bu devrimden büyük ölçüde etkilenen Avrupa değerleri ile de çelişiyor. “Eşitlik, özgürlük ve adalet” sloganı ile köklü değişimlere neden olan devrimin ruhu Fransa Ulusal Meclisi’ni esir alan 40 kişi tarafından heba edildi.
Fransa özgürlük ateşini söndürdü
Refah devletinin gerilemeye başlaması, ekonomik krizler ve aşırı sağın yükselişi ile birlikte Fransa’da eşitlik ve adalet ilkelerinden zaten ciddi boyutlarda ödün verilmişti. Ülkede yaşayan göçmen kökenli topluluklar ile eski sömürgelerden gelerek Fransa’ya yerleşenlerin eğitim, istihdam ve siyaset alanlarından dışlanmışlıkları ve perişan halleri eşitlik ve adalet temini konusunda ciddi sorunların olduğunu gösteriyor. Şimdi buna bir de ifade hürriyetini engelleme eklenmiş oldu.
Fransa Ulusal Meclisi’nin aldığı kararın başlıca üç boyutu var. Birincisi iç kamuoyuna yönelik bir tüketim. Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ermeni oyalarına bel bağlayan Sarkozy’nin popülist siyasi manevralar ile koltuğunu koruma gayretinde olduğu biliniyor. Meclisin, bir başka ülkenin tarihini yazarak, yorumlayarak ve Ermeni soykırım iddialarını ret suçu gibi yeni suç yaratarak Sarkozy liderliğinde itibar ve zemin yitiren Fransa’nın iç dinamikleri açısından kısa süreli de olsa tekabül ettiği bir karşılık var ki olayın bu boyutu Türkiye açısından kayada değer bir önem taşımamaktadır.
Yasanın kabulünün ikinci önemli boyutu Fransa dış politikası ile ilgilidir. Fransa eski hinterlandı da dahil olmak üzere etkili olduğu pek ülkede ağırlığını kaybediyor. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da en büyük rakip olarak Türkiye’yi görüyor. Fransa’nın ayakları altından kayan zemin her yıl biraz daha genişliyor. Tunus, Mısır ve Libya başta olmak üzere bölge ülkeleri yeni siyasi yapılanma ve kendi geleceklerini planlama süreçlerinde Fransa’ya değil Türkiye’ye bakıyor. “Eşitlik, özgürlük ve adalet” inşası konusunda artık Fransa değil Türkiye ilham kaynağı pek çok ülke halkları için. Fransa bu yasayı geçirerek Ermenilerin acıları ve hatırları üzerinden politikalar inşa etmeye ve Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Kaybeden Fransa, kazanan Türkiye
Fransız Meclisi’nin aldığı karar bir dış politika enstrümanı olarak kullanılma potansiyeline sahip olmasına karşın Türkiye’de yorumcular işin bu yönünü görmezden geliyor. Fransa, Türkiye’nin sahip olduğu ince gücün, bölge ülkeleri ile başlattığı ekonomik entegrasyonun derinleştiğinin ve geçmişte Paris’e bakanların artık Ankara’ya baktıklarının farkında. Fransa kaybeden, Türkiye ise kazanan ülke konumunda olduğu için Fransa elindeki tüm kozları kullanarak mevziini korumaya, kaybettiği zemini de geri kazanmaya çalışıyor. Bunu da 1915 olayları üzerinden yapmaya çalışıyor. Türkiye bu noktada Fransa’nın manevrasını iyi okumak ve rasyonel tartışmalar başlatmak durumundadır. Fransa kendi tarih kitaplarında sömürge dönemi politikalarını görmezden geliyor, kirli tarihini unutturmaya çalışıyor türünden söylemler ile karşı pozisyon almak yerine bölgesel ve küresel dengelerin Fransa aleyhine geliştiğini, Fransa’nın bunu hazmedemediğini, ifade hürriyetini kısıtlayarak uluslar arası kayıplarını kapatmaya çalıştığını gündeme taşımak daha etkili ve ikna edici olacaktır.
Türkiye’nin kınadığı ve ilk aşamada sekiz maddelik bir yaptırım ile tepki gösterdiği yasanın üçüncü ve en önemli boyutu ise 1915 olaylarının yüzüncü yılına tekabül eden 2015’e hazırlıktır. 1915 olaylarını Türkiye kendi içinde ortak bir acı ve adil bir hafıza çizgisinde konuşamadığı için, öte yandan resmi tarih bu topraklarda yaşananları homojenleştirici ulus devleti meşrulaştırmanın ideolojik aygıtı olarak işlev gördüğü için ve son tahlilde biz Türkler (Türkiyeliler) ve Ermeniler olarak kendi tarihimizi tartışamadığımız için üçüncü ülkelerin ve aktörlerin insafına kalmış görüntüsü içinceyiz. Fransa’da başlayan Türkiye’yi, Türk halkını ve Türkiyelileri itibarsızlaştırma, bölgesel ve küresel yükselişini engelleme ve kolektif suçluluk psikolojisi yaratma girişimleri artarak devam edecektir. Finali 1915 yılında yapmak isteyenlerin girişimleri öz eleştiri ve yüzleşme başta olmak üzere, geniş bir bakış açısıyla değerlendirilmeli, duygusal tepkiler yerine rasyonel argümanlar üretilmelidir.