KÜBA: SICACIK , RENGARENK, YEMYEŞİL , MUTLU GÖRÜNEN İLGİNÇ BİR ÜLKE
Yıllardır gitmek isteyip de sonunda şeytanın bacağını kırıp, gittiğim Küba’yı, kısa da olsa anlatmaya çalışacağım.. Özellikle turizmde altın çağını yaşayan, Türkiye’den, Kanada’ya, Amerika’dan tüm Latin Amerika ülke turistlerinin akın akın gittiği Karayip Adalarının en büyüğünü görmekte belki de geç kaldım.. Havana’dan, Trinidad’a, oradan Varadero’ya yolculuğumuzu renkli görüntülerle burada okuyacaksınız
YAZI VE FOTOĞRAFLAR:MİHRİŞAH SAFA
KÜBA’nın kalbi Havana
Türk bayraklı Kübalı şöför.. Denize nazır Puerto Street’te Mustafa Kemal Atatürk heykeli.. Kaldığımız otelde bizim kadar Türkçe konuşabilen Kübalı genç.. Kentin en şık bölgesi, büyükelçilikler mahallesinde dev, kale gibi ABD büyükelçiliği.. Duvarında turizmimizin önemli beldelerini gösteren posterli Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği.. Ve dev , asırlık banyan ağaçları, üzerleri pıtrak pıtrak meyve dolu mango ağaçları.. Rengarenk “begonvil”ler, jakarant’lar.. Göğe uzanan kauçuk ağaçları..
Küba’nın kalbi “Devrim Meydanı”.. Fidel Castro’nun milyonlara seslendiği meydanda tek resmi dahi yok..Küba’da her yerde Ernest Che Guevara var.. Ölümünden önce ve sonra heykeli, resmini istemeyen Castro’nun , Che ile kitapları vitrinlerde..
Rum, puro, müzik, en canlı renkler, teneke mahalleler, bisiklete benzeyen araçlar,faytonlar ve de illaki rengarenk antika arabalar.. Ve de duvarlardaki özgürlük, devrim mesajları.. Camsız evler..Güvenli sokaklar.. Marlon Brando’dan, Ernest Hemingway’e, Al Capone’a kadar bir zamanlar Amerika’nın sayfiye beldesi Havana..
Uçaktan indiğinizde ilk sıcak hava sizi vuruyor.. Ardından 40-50 yaşındaki rengarenk Amerikan otomobilleri.. İçleri dökülse de dışları akla gelebilecek en sıcak, cıvıl cıvıl renklerdeki bu tarihi otolar kente renk katan tek unsur değil..Amerikan Mafya’sının 1939’da “para aklamak” için kurduğu, halen devam eden 200 kişilik show Tropicana.. Ve siyahın, kahverenginin, grinin olmadığı bir ülke…
Geçen sene gelen 4 milyon turist, ülkede susuzluk yaratmış.. Rehberimize göre böylesine büyük “turizm”e hazır olmayan ülkenin ulusal kaynakları, turizm için yetersiz .. 11 .1 milyonluk Küba’da herşeye organic.. Yediğimiz, içtiğimiz herşey doğal ve ülkede yetişmiş..
LONDRA Gatwick havaalanında , yolculuk arkadaşlarım sevgili işkadını Itır Sökmen ve avukat Kifaye Kaya ile 10 günlük Küba macerasında nelerle karşılaşacağımızın merakı ile uçağımıza biniyoruz..
Dev jumbo jetin içi çoluk çocuk, her yaştan turist ile dolu.. Hemen hemen herkes Britanya’dan.Yani turist.. 9 saatlik rahat bir yolculuk ardından geldiğimiz Jose Martin Havana Havaalanı, eski bir alan..
Kübalılar güvenlikte çok titiz.. El bagajlarımız bile gümrüğe girmeden elektronik makinalardan geçiyor.. Vize ve pasaportlarımızı gösterdikten sonra sıcaktan bunalmış biçimde bavullarımızı alıp, bizi karşılayan rehberimizi buluyor.. Ve görebileceğiniz, derisi yarılmış, dökülmüş , eski mi eski, ancak dışı pes pembe, şeker renkli bir Plymouth’a binip, ver elini Havana..Yola çıkıyoruz..
Havana havaalanında müthiş bir inşaat var.. İş makinaları harıl harıl yeni terminali bitirmeye çalışıyor.. Turizmle gelen para, alt yapı ve inşaata gidiyor..
İş saati çıkışına rastladığımız için herkes bir telaşla ya otobüslerde,ya durakta beklemede. İnsan telaşı heryerde aynı.. Yarım saatlik yolculuk sonunda, Havana limanının tam karşısında, eski ancak tipik bir Küba binası olan otelimize varıyoruz.. Pasaportlarımız titizlikle deftere işleniyor. Hepimizin aklı internette.. Odalarda wi-fi yok.. Internet kartı resepsiyonda 4,5 cuc (Küba turist para birimi- Yerli halkın parası ulusal peso. Turistik paradan farklı ve halk kullanamıyor. 1 Sterlin 1.20 cuc. Dolar ve Euro ise 1’e 1).. Dışarda telekom dükkanlarında 1,5 cuc..
Her gördüğünüz Kübalı’dan daha zenginsiniz”
Atlantik Okyanusuna bakan odalarımızda, batan kıpkırmızı güneşin denize düşmesini izleyerek, yerleri mozaik kaplı odamızda derin bir uykuya çekiliyoruz.. Sabah nefis tropic meyve, omletten oluşan kahvaltımızla güne başlıyoruz.. Bugün ilk günümüz ve otelimiz Havana’nın “Old Centre’ında.. Yani eski şehir merkezindeyiz.. Turist rehberimiz, bize neler yapmamız gerektiğini anlatıyor.. Para birimlerini öğreniyoruz. Ve sözleri kafamıza kazınıyor..
“Unutmayın ki gördüğünüz her Kübalı’dan çok daha zenginsiniz. Halk otobüslerine turist binemez . Sizin para biriminizi onlar, onlarınkini siz kullanamazsınız”
O gün kendimiz gezmeyi tercih ediyoruz.. Akşam için, Amerikan Mafyası’nın kara parayı aklamak için kurduğu eğlence merkezi “Tropicana”ya yer ayırtıyoruz. Ön sıralar 95,ortalar 85, arkalar 75 cuc.. Biz ortada yer ayırtıyoruz.. Tropicana, yıldızların altında, banyan ağaçlarıyla çevrili, şehir merkezine uzak bir mahallede. Limandaki dev turist gemilerinin Amerikalı turistleri ve şehirdeki turistlerin sanki çoğu burada.. Binlerce kişi masalara oturuyoruz.. “Ram” burada su gibi içiliyor..
Şov rengarenk kıyafetli, başları kat kat tüylü kadın - erkek sanatçı ve şarkıcılarla başlıyor.. Ve Küba’nın kuruluş öyküsü, Afrika müzikli, modern Küba müziğine kadar 2 saatlik müthiş bir şovla sunuluyor.. Hava limonata gibi.. Buraya gelirseniz, bu şov size ilginç gelebilir..
Teneke Mahalleler
Rehberimiz, arka sokaklarda dolaşırken yanımıza yanaşan satıcı veya arabacılarla konuşmamızı söylüyor.. Eskiden çok zengin olduğu belli 5-6 katlı apartmanlarla dolu ara sokaklara dalıyoruz.. Güneş yakıcı.. Gölgeden yürüyoruz.. Derisi sıcaktan yanmış insanlar sokaklarda.. Çamaşır asılı balkonlarda. Merdivenlerde.. Etraf pis. Sıcaktan çöp kokuları yaygın..Satıcılar yanaşsa da başımızla istemediğimizi belli edince hemen gidiyorlar.. 10 günlük Küba gezisinde hiçbir an kendimizi güvensiz hissetmedik.. Sokaklar, caddeler güvenli. Sırnaşık satıcı yok. İnsanlar güler yüzlü. İngilizce bilmemelerine rağmen hertür yardımınıza koşuyor..
Bir zamanların İspanyol kolonisi bu sokaklarda, tarih yatıyor.. Evlerin çoğu camsız. Bunu Trinidad, Varadero’da ve geçtiğimiz diğer yerlerde de görüyoruz. Pencelerin hepsi demir parmaklıklı ve içlerinde kepenkler var.. Sıcak havada kepenkleri açıp, demir parmaklar arkasında serin uykuya dalabilirsiniz.. Camlı ev çok az..Duvarları çatlamış, boyaları dökülmüş, bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş evlerin balkonlarından çamaşırlar sarkıyor.. Tam kenar mahalle.. Ancak bir sokak sonrası bu görüntünün tam ziti bir sokakla karşılaşıyoruz.. Fakirlik ve zenginlik içiçe..
Havana’ya gelip nereleri görebiliriz ? Tabi ki ünlü Revolucion yani Devrim Meydanı.. Pembe uzun kuyruklu, üstü açık bir Amerikan arabası ile bizi alan rehberimiz Ramilio ile şehir turu yapıyoruz.. Emekli bir öğretmen. Küba dışında bir ay Londra’da kalmış.. Devrim sırasında 1 milyon Kübalı’nın Miami’ya kaçtığını ve oraya yerleştiğini söylüyor..Miami, Havana’ya 45 dakika uzakta.. Okyanusun kıyısında iki komşu merkez.. Devrim meydanının bir yanında dev , demirden yapılmış Che’nin başı. Diğer tarafta Camilo Cienfuegos.. Küba Devrimin önde gelen bu iki liderinin silueti , turistlerin gezdiği, rengarenk Amerikan otomobillerinin beklediği meydanda sizi izliyor.. Ve Küba’Nın efsanevi lideri Castro’nun milyonlara hitap ettiği kürsü.. Bembeyaz mermere kimbilir Castro kaç kere çıktı , milyonlarca vatandaşını coşturdu..
Küba’da geçirdiğimiz on gün bize hep eskileri anımsattı.. 17, 18’inci yüzyılda İspanyol şeker , tütün baronlarının kölelerle yaşadığı günler sanki 21. Asırda bir hayalet gibi önümüzdeydi.. Aklımıza hep işkence gören köleler, başları beyaz sarıklı, beyaz elbiseli zenci hizmetkarlar geldi..
Rehberimizle Washington’daki Amerikan senato binası Capitol Hill’in aynısı eski Küba hükümet binası önünden geçiyoruz.. Geniş bulvarlar, eski arabalar, otobüsler.. Üniversiteler… Ve dünyada kanser tedavisinde bir numaraya yükselen tıp fakülteleri ve hastaneler..
4 milyon nüfuslu Havana işlek bir şehir.. Çok eski oteller var.. Rehberimiz geçen sene 4 miyon turistin geldiğini, ancak ülkenin bu kadar turiste kendi ulusal kaynaklarıyla hazır olmadığını, ülkede susuzluk çekildiğini anlatıyor.. “Biz daha böyle turizme hazır değiliz” diyor..Rehber istediği kadar böyle desin, nereye gitsek ülkede turizmin patladığını gördük..
Küba, son 4 yıldır Amerika ile diplomatik ilişkilerini normalleştiriyor.. Miramar bölgesi kentin gördüğüm en modern mahallesi.. Şık binalar, modern ve görkemli malikaneler.. Tüm büyükelçilikler burada.. 5th Avenue adlı caddede Türkiye Cumhuriyeti elçiliği önünden geçiyoruz.. Kırmızı ay-yıldızlı bayrağımıı göğsümüzü kabartıyor. Britanya, Güney Afrika, İtalya, Yunanistan da aynı caddede.. Deniz kenarına dönüyoruz. Tam burunda, Barack Obama’nın açtığı bir kaleden farksız Amerikan Büyükelçiliği..
“Raul herşeyin sahibi”
Rehberimize dünyaya açılmanın etkilerini soruyoruz. Dikkatimizi çeken fazla mağaza,bırakın mağazayı dükkan görmediğimizi, içinde 30-40 kalem mal satan dükkanımsı yerleri soruyoruz. Pek şikayet etmiyor. “Herşeyin sahibi devlet, devletin sahibi de Raul (Castro) “diyor. Bu yanıt birçok şeyi açıklıyor..
Raul Castro’nun nerede yaşadığını soruyorum.. “ Kimse bilmiyor” diyor..
Fidel Castro’nun çok sevildiğini, ancak kardeşi, ülke başkanı Raul Castro’nun Kübalılar tarafından o kadar sevilmediğini söylüyor.. Havana’nın bir zamanlar Amerika’nın sayfiye kenti olduğunu, Sophia Loren’den, Marlon Brando’ya, Ernest Hemingway’den Al Capone’a ünlü isimlerin burada yaşadığını anlatıyor..
Gördüğümüz kadarıyla halk yaşamından mutlu. Eğitim, sağlık hizmeti Kübalılar için tamaman ücretsiz. Eğitime büyük önem veriliyor.. İlk okul 5 yaşında başlıyor.. Üniversiteler 5 sene. Devletin ev ve gıda yardımı var..Özel işletmeler küçük çaplı da olsa açılmaya başlamış. Batı dünyasının ünlü isimleri mağaza açmışlar..Kim alır, kim giyer bilmem.Ancak bizim paramızla bir misli birçok marka..
Atatürk’ün heykeli
Havana’ya gelip de Ulu Önder’imiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, 2008 yılında açılan büstünü görmeden gitmek olmaz.. Gelmeden adresini bulmuştum.. Kime sorduysak başka yere gittik.. SOnuna bir şöföre Türk olduğumuzu, Atatürk’ün heykelinin yerini soruyorum.. Cevabı Türkçe olarak “ Güle güle” oluyor.. Ve yeşil arabasının bagajından çıkarttığı Türk bayrağı ile bizi selamlıyor.. Hepimizin gözü yaşarıyor.. Ancak yine bulamıyoruz..
Ramilio ve şöförümüz Kuki, ertesi gün bizi heykelin yanına getiriyorlar.. Dün yanına kadar gelip, bulamadığımız parka çok yakın.. Denize nazır, şahane bir parkın içinde.. Üzerinde Türkçe ve İspanyolca “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” yazıyor.. Başka Türkleri de görüyoruz orada .. Orta yaşlı bir bey , “ Sizi dün getiren uçağın ekibiyiz” diyor.. Havana’ya direkt uçan THY pilotu ve ekibi.. Birbirimizin fotolarını çekiyoruz.. Puerto Street’teki bu büstü görmenin mutluluğu ile gezimize devam ediyoruz..
Birçok otelde Ernest Hemingway’ismi plakart ile yazılı.. Ünlü yazar, aylarca yaşadığı bu kentte bu otellerin barlarında ilhamını aramış , bulmuş da..
Genç Kız baldırında sarılan puro
Havana’ya gelip, puro dükkanlarına girmemek olmaz.. Aman tanrım.. O mis gibi , burnu titreten tütün kokusu.. Yıllanmış tahta dolaplarda tutulan altın değerindeki Cohiba’lar, Montecristo’lar.. Boy boy, normalden başlayıp, el yakan fiyatlara kadar.. Bir Amerikalı turistin yarım saatlik alışverişi sonrasında sıra bize geliyor.. Biz içtiğimizden değil.. Tabii gelmişken alıyoruz..
Tütün fabrikalarında genç, güzel kızların baldırında sarılan puroları soruyoruz.. Satıcı gülüyor.. “Yok öyle şey” diyor.. Biz inanmıyoruz, daha doğrusu duyduğumuz mit’e inanmak istiyoruz.
Hediyelik eşya satan çok yer var.. Rengarenk tahta boy boy heykeller, yelpazeler, Che resimli her tür hediyelik, T-Shirt, el örgüsü dantel elbiseler.. Ve cins cins, yıl yıl Rum’lar.. Mıknatıslar, anahtarlıklar.
Yerli halk, gördüğümüz kadarıyla mesut, mutlu. Sokaklarda ve her girdiğimiz restoran, barda coşkulu, salsa dansı yaptırtmaya davet eden müzik yapan çalgıcılar.. İnsan mutlu oluyor. Çok fakirlik, yoksulluk var gibi.. Evler çok harap.. Ancak insanlar mutlu.. Ellerinde cep telefonları..Biz Küba’da kaldığımız sürece internete bağlanmakta büyük sorun çektik.Ben defalarca denedikten sonra pes ettim ve tatilimi mesajsız, facebook’suz, e-mail’siz geçirdim.. Fena da olmadı..Paranızı mutlaka banka veya döviz bürolarında bozdurmak zorundasınız. Küba parası başka yerde satılmıyor. Bozdururken pasaportunuzu unutmayın, yoksa işlemi yapamazsınız.
Otelimizin barında üzerinde Türk Milli Takımı forması olan sakallı bir genç dikkatimi çekiyor..O da bizim Türkçe konuştuğumuzu duyunca yanımıza geliyor.. 3 ay Türkiye’de kalmış, gezmediği yer kalmamış, Havana’daki Türklerle çalışıyor, Türkçesi de şahane.. Londra’dan binlerce kilometre uzakta, Türkçe konuşan Kübalı’ya rastlamak çok hoşumuza gidiyor..
Üç günlük Havana turumuzun sonunda Trinidad’a yola çıkıyoruz..
UNESCO’nun koruması altındaki Trinidad, el işi dantelleri, rengarenk, tek katlı evleriyle ünlü.