Fenersiz yakalandılar
“Susurluk’la?” Evet, Susurluk’la perde açılabilirdi, ama iktidar ortağını kaybetmek istemeyenlerle ülkeye 28 Şubat’ı yaşatmaya hazırlanan askerlere ışıkları açıp kapatarak destek çıkanlar yüzünden o fırsatı kaçırdık...
“Ergenekon’la?” Ümraniye’de bir evde bulunan el bombaları yargıyı ‘devlet içinde devlet’ yapılanmasına yönlendirdi. Bugünlerde fâili meçhul kalmış cinayet işlenmiyorsa bunu ‘Ergenekon’ sürecine borçluyuz. Önemli bir dönüm noktasıdır ‘Ergenekon’...
Yine de perdenin kaldırılmasının başlangıcı olarak ‘12 Eylül 2010 referandumu’nu görüyorum ben. 1982 Anayasası’na eklenmiş ‘geçici 15. madde’ darbecilerin yargılanmasını engellemiyordu yalnızca, Türkiye’nin siyasi tarihinin en önemli sayfalarının karanlıkta kalmasını da sağlıyordu.
Referandumda ‘Evet’ oyu kullanan yüzde 58, bilinçli olarak veya tam farkına varmadan, perdeyi aralayıverdi.
O günlerde “Sakın ha” diye sandıktan ‘Hayır’ oyu çıkmasına çalışıp çabalayan siyasilerle kalem erbabının, ülkemizin karanlık sayfalarının karanlıkta kalmaya devam etmesinden medet umduklarını düşünüyorum ben.
Bilinçli olarak veya tam farkına varmadan... Çoğunun bilinçli olduğuna da eminim...
Referandum öncesinde “12 Eylül’le hesaplaşacaklarmış ha, güldürmeyin beni...” diye ‘Hayır’ oyu için kampanya açanlar arasından, şimdilerde “Ben de müdahil olmak istiyorum” dilekçesi veren siyasiler ve “Bu bana kapak olsun” yazıları yazanlar çıkıyor.
“Sadece iki ihtiyarı yargılamakla yetinecekler” ya da “Hani işkenceciler, hani yapılanlara destek çıkanlar?” itirazında bulunmayı da unutmadan... Yolu kabristandan geçtiğinde korkusunu yenmek için ıslık çalanlara benzetiyorum onları...
28 Şubat (1997) süreci dosyası açıldığında mahkeme önüne çıkarılacağını bilen bir eski siyasetçinin, “Cumhurbaşkanları eskise de yargılanmaz” savunusunu ortadan kaldıran son gelişmeyle ilgili endişesini anlayışla karşılamak lâzım. Kendisini ulaşılır kılmış, “Neden müdahil olmuyorsunuz?” diye soran her gazeteciye, “Ben 12 Eylül’le zaten hesaplaştım, cumhurbaşkanı bile oldum ya” cevabını vermiş...
Dünün “Hayır’da hayır vardır” diyenlerden oluşan medya cephesi kızaran yüzlerini saklasalar kutlayacağım; ne gezer, içlerinden 12 Eylül darbesi sonrasıyla bugün arasında birebir ilişki kuranlar bile çıkıyor... 12 Eylül’le hesaplaşmanın kendisini heyecanlandırmadığını yazı başlığından ilân eden birinin yazısının ilgili bölümünü aktarayım da, nâdanlığın boyutunu kendiniz hesap edin...
Okuyalım: “Nedense benim beynim bütün gün aksi istikamette çalıştı. Gazetelerde 12 Eylül darbesinde 98 bin kişinin örgüt üyeliğiyle suçlandığını okudukça, aklıma ilk gelen 30 yıl sonra neden bu rakamın değişmediği sorusu oldu. (Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı verilere göre, 2010 yılında şu ya da bu biçimde 86 bin kişi özel yetkili mahkemelerde yargılanmış. 2011’de çok daha yoğun operasyonlar olduğuna göre bu rakam herhalde 98 bine yaklaşmıştır diye varsayıyorum.) Yine televizyonlarda ‘12 Eylül’de kapatılan gazeteler’, ‘hapisteki gazeteciler’ gibi lafları duyunca... Neyse, cümlenin gerisini anladınız siz.”
Ergenekon’dan yargılanan darbeciler ve onlara bahane üretenler ile 12 Eylül sonrası düşünceleri yüzünden hapse düşen, işkence görenleri eşit tutuyor...
Yönetimi ele almak üzere Okyanus-ötesi tarafından görevlendirilmiş ‘askerler’ başarıya ulaşmak için bahane olarak kullanacakları gerekçelere muhtaçtı. Kışkırtılarak sokaklara dökülmeleri sağlanan sağdan-soldan insanlar sadece konu mankeniydiler; kan döken de kanı dökülen de aynı insanlardı... Kan döken de kanı dökülen de o günlerde düşürüldüğü durumu bugün daha iyi anlıyor ve müdahil olmaya koşuyor...
“Vay” diyorlar, “Bu mümtaz şahıslar da müdahillik istediklerine göre koşa koşa Adliye’nin önüne nasıl gidilir?”
Perde açıldı artık ve ışıklar sahneyi aydınlattığında ortaya çıkacak manzara birilerini endişeye sevk ediyor, belki de korkutuyor... Yaşları genç olsa da...
Ne demek istediğimin anlaşılması için, bir sonraki Kulis’te projektörümü 12 Eylül’ün Okyanus-ötesiyle ilişkisine çevireceğim.
(STAR)