“Başkanım hapiste” diye, “takımıma haksızlık yapılıyor” diye, “3 Temmuz’dan beri ağır haksızlıklara maruz kalıyorum” diye öfkeleniyorsun.
Ve kendine bir “hedef” arıyorsun.
Soruyorum sana:
Bulunabilecek en ideal hedef “Cemaat” midir?
* * *
Bak işte!
Sen “Cemaat” dedikçe...
Cemaat mensupları da ayağa kalkıyorlar.
Diyorlar ki:
- Fenerbahçe’yi ele geçirip ne yapacağız?
- Ben de Fenerbahçeliyim, ben de takımıma üzülüyorum.
- Bizim Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalıştığımıza dair bir kanıtınız var mı?
- Polisin ve savcının sorumluluğunu bize neden yüklüyorsunuz?
- Biz neden polisin ve savcılığın uygulamalarının sorumlusu olalım ki?
- Aziz Yıldırım aleyhine yazıp çizen konuşan kişilerin hepsi cemaat mensubu mu?
- Aziz Yıldırım’ın dava açtığı gazetecilere bakın, kaçı cemaat’e yakın?
Fenerbahçeli kardeşim...
Eğer “olup bitenlerin sorumlusu cemaattir” diyorsan...
Bu sorulara tatmin edici cevaplar vermelisin.
* * *
Bu sorulara tatmin edici cevaplar verilemiyor.
İşte verilemediğinin kanıtı:
- Bakın efsanevi başkanınız Ali Şen, “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor iddiasına beni asla inandıramazlar” diyor.
- Bakın Kadıköy’de yaşananların ardından polisin tutumunu sert bir şekilde eleştirmekten kaçınmayan Nihat Özdemir, “Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için canı yürekten dua edenleri zan altında bırakmaya kimsenin hakkı yok” diyor.
- Bakın daha düne kadar asbaşkanınız olan Cihan Kamer, “Hocaefendi’yi ve hizmeti seven milyonlarca Fenerbahçeli var” diyor.
Uzatmayayım...
Dünkü Zaman gazetesine bir bakın, aynı renklere sevdalandığınız daha nice şahsiyetin benzer sözlerini okuyun.
Neden böyle konuşuyorlar, aynı davaya gönül veren bu insanlar.
Çünkü onlar da biliyorlar ki “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçiriyor” iddiası, kanıtlanabilir bir iddia değildir.
* * *
Fenerbahçeli kardeşim...
“Cemaat” iddiası, kanıtlanamaz bir iddiadır.
Bir adım daha ileri gidiyorum:
Bu iddia, doğru olsa bile kanıtlanamaz.
Teknik olarak imkânsızdır bu.
Çünkü “Cemaat” denilen yapı, başı sonu belli bir yapı değildir.
Biraz soyuttur.
Somut yapılar karşınızda öylece dururken soyut yapılarla uğraşmayı tercih ediyorsanız, işin kolayına kaçıyorsunuz demektir.
Mücadele, kurum ve kuruluşlara karşı yapılır.
Başı sonu pek de belirli olmayan ve bu açıdan “soyut kaçan” bir yapıyla mücadele edilmez, edilemez.
* * *
Fenerbahçeli kardeşim...
Bırakın artık “Cemaat” demeyi...
- “İddianame”de haksızlık yapılmışsa tepkinizi iddianameye yöneltin...
- Somut bir mağduriyet varsa, somut bir mağdur eden vardır...
Kimse mağdur eden, ona çıkışın...
- Polisin tutumundan memnun değilseniz, polisin başındaki kişiyi protesto edin...
- Savcının tutumundan memnun değilseniz, tepkinizi Adalet Bakanı’na yöneltin...
- Başkanınızın tutukluluğundan memnun değilseniz, “Başkanımız serbest kalsın” diye bağırın.
Bunları bir yapmanız, bin kere “Cemaat” diye haykırmanızdan daha hayırlı olacaktır. Yoksa...
Kulübünüzün ileri gelenleri Zaman gazetesine “Cemaat”i devreden çıkaran demeçler verince, “Peki bize bu haksızlıkları kim yaptı, kim yapıyor?” diye şaşkınlığa ve kararsızlığa düşersiniz.
2007 yılından beri faili meçhul cinayetler olmuyormuş.
Bunun anlamı şuymuş:
“Ergenekon soruşturması başlamış, faili meçhuller sona ermiş”.
Bunu diyenler, şunu demek istiyorlar:
Memlekette yazar katleden, bilim adamı bombalayan, ona buna suikast düzenleyen ne kadar adam varsa hepsi Ergenekon’dan içeri tıkılınca...
Ortada cinayet işleyecek kimse kalmadı.
* * *
Faili meçhul cinayetlerin sona ermesinden yola çıkarak...
Ergenekon tutuklularının tümüne...
“Karanlık cinayet şebekesinin elemanları” muamelesi çekilir mi?
“Ergenekon soruşturmasının başlaması” ile “Faili meçhullerin sona ermesi” arasında kurulan bağlantı, Silivri zindanında yatan insanları toplum nezdinde “suikastçı / bombacı / katil / tetikçi / azmettirici” yapmaz mı?
Herhangi bir ceza verilmeden zindana tıkılan insanların, bir de bu “ağır töhmet” altında bırakılmaları vicdansızlık değil midir?
Hadi vicdanı falan geçtik, en azından “ayıp” değil mi?
Türbanın güçsüz, desteksiz olduğu zamanlarda...
Muhafazakâr kesimin yayın organları, “Türban gösterilerine destek veren türbansız genç kız” fotoğrafına bayılırlardı.
Ne zaman böyle bir görüntü yakalasalar, hemen cilalayarak devreye sokarlardı.
* * *
Muhafazakâr kesimin yayın organlarının eskiden yaptıklarının benzerini şimdi de Kemalist gazeteler yapıyorlar:
19 Mayıs yürüyüşlerine katılan türbanlı kızların fotoğraflarına geniş yer ayırıyorlar.
“Atatürkçü türbanlı kız” görüntüsüne bayılıyorlar.
* * *
Benim buradan çıkardığım “kıssadan hissem” şudur:
Kendilerini güçsüz, güvensiz ve de dışlanmış hissedenler, kendileri gibi olmayanların desteklerinden bir haklılık payı çıkarıyorlar.
Kendilerini güçlü, güvenli ve merkezde hissedenlerin ise böyle bir dertleri olmuyor.
“Uludere olayı” yeniden gündeme geldiği günden beri her köşeden aynı talep yükseliyor:
“Vur emrini kimin verdiği açıklansın”.
Konuyla ilgili konuşan yetkililer, bu talebe bir türlü karşılık vermiyorlardı.
Bir çekingenlik vardı bu konuda...
* * *
İyi ki İdris Naim Bey gibi bir İçişleri Bakanı var...
Ve iyi ki İdris Naim Bey, televizyon canlı yayınlarına çıkarak soruları cevaplamaya başladı.
Böylece...
Onun ağzından kaçırdığı “Vur emrini Hava Kuvvetleri’ndeki komutanlar verdi” cümlesiyle bir karanlık nokta açığa çıkmış oldu.
Bu durumdan belki “devlet” hoşnut kalmamış olabilir ama biz “vatandaşlar” gayet hoşnut kaldık.
Sağ olun, var olun İdris Naim Bey...
Lütfen hep böyle ağzınızdan kaçırın da hiçbir meselemiz karanlıkta kalmasın.
Olmaz ya...
Diyelim ki oldu.
Bir “mucize” gerçekleşti ve Mustafa Sarıgül, Başbakanlık koltuğuna kuruluverdi.
Benim açımdan durum değişir mi?
Zerre kadar değişmez.
Tayyip Erdoğan karşısındaki pozisyonum ne ise Mustafa Sarıgül karşısındaki pozisyonum da o olur...
* * *
Ancak benim hakkımda “Tayyip Erdoğan’a karşı Sarıgül’ü rakip çıkarmaya çalışıyor” diye karalama yapanlar var ya...
İşte onlar açısından değişen çok şey olur.
Sarıgül kazara “başbakan” falan olsa...
İlk pozisyon değiştiren ve ilk yalamaya başlayanlar bunlar olur.
Nereden mi çıkarıyorum bunu?
Şöyle bir bakıyorum yakın tarihlerine, hemen anlıyorum, “Erdoğan’ın değil, konumunun yalakası” olduklarını...
(Hürriyet'den alınmıştır)