Ekonomideki arz/ talep dengesinin esası şudur:
Fiyatlar belirlenirken; satın alınmak istenen ürünün miktarı, satılığa çıkarılan ürünün miktarıyla oranlanır…
Bu oran (1)’in altına düştüğünde fiyat yükselir; (1)’in üstüne çıktığında ise fiyat düşer…
Fiyatlar düşme eğiliminde iken müşteri; yükselme eğiliminde iken de, satıcı avantajlı bir rol oynar…
İnsanoğlunun ihtiyaçları hiçbir zaman bitmez… Daha doğrusu arzuları…
Nefis, gördüğü her şeye sahip olmak ister… Bu duygu sınırsızdır.
Ancak, dünyadaki kaynaklar bütün insanların arzularını karşılayacak kadar bol değildir… Maalesef, oldukça kıt ve yetersizdir…
Yani bu hayatta, herkes her istediğini elde etme şansı bulamaz!...
Şans kimine güler, kimine gülmez…
Gülen taraf, para konusunda sıkıntı çekmeyen taraftır, işin gerçeği…
Elinizdeki para, diğerleriyle aşık atacak tutarda değilse; fiyatları aşağı çekip, paranızın alım gücünü artırmaktan başka çareniz yoktur.
Sözün kısası, bir malın fiyatını düşürmek istiyorsanız; başvurabileceğiniz sadece iki yol vardır:
- Birinci yol, o mala olan talebin azaltılması,
- İkinci yol, o malın miktarının artırılması…
Örneğin, akaryakıt fiyatlarını indirmek istiyorsak; mümkün olduğu kadar akaryakıt almamaya çalışmak, ya da yeni petrol kuyuları keşfetmek lazım!
Çözüm noktasında, bu iki yolu aynı anda, birlikte deneyebilirsiniz…
Yani, bir yandan katma değer yaratacak şekilde üretim yapmak; diğer yandan tüketim alışkanlıklarını biraz dizginlemek…
Türkçesi, tasarruf…
İktisadi davranışlarımızı, dinimizin de emrettiği gibi, “ihtiyaç” odaklı olarak sergilediğimizde; bugün yaşadığımız mali sıkıntıların pek çoğundan rahatlıkla kurtulabiliriz aslında!
Günümüzde pek çok lüzumsuz şeyi, sırf adet ve alışkanlık oldu diye yapıyoruz çünkü. Gerçekte bunlara ihtiyaç duyduğumuzdan değil!...
Popüler kültür, tüm kanallarıyla bünyemize tüketim çılgınlığını aşılamaya devam ediyor…
Mutlu olmak veya huzur bulmak için bize başka bir yol da önermiyorlar…
Modaya ve gösterişe olan düşkünlüğümüz…
Eskimeden, bozulmadan yenilediğimiz telefonlar, bilgisayarlar…
Dünyanın borcuna girip evlerin içine tıka basa doldurduğumuz eşyalar…
On yıllık, yirmi yıllık taksitlerle rehin bırakılan hayatlar…
Haydi, yaşasın modern kölecilik!
Büyükten küçüğe herkesin önceliği haline gelmiş lüks hayat, konforlu yaşam…
Ve bunların bedeli karşılığında bozuk para gibi harcanan insanlık!...
Yarınlar hiç umurumuzda değil!...
Parası olan parasını, kredisi olan kredisini sonuna kadar kullanıyor!
Sınırları, limitleri devamlı yükseltiyoruz…
Kendimizi öyle bir kısır döngüye soktuk ki…
Bir taraftan pahalılıktan ve gelir düşüklüğünden şikayet ediyoruz…
Bir taraftan da deli gibi para harcamaktan, saçıp savurmaktan hiç vazgeçmiyoruz!...
Bu kriz sarmalından nasıl kurtulacağız peki?
Enflasyon dediğimiz andır nasıl düşecek?
Sorunu çözmek için, hangi liderin elinde sihirli değnek var?
Çok zor gibi görünen bu soruların öyle basit bir cevabı var ki!...
İhtiraslarımızı ve bitip tükenmeyen arzularımızı bir kenara atıp; sadece ihtiyacımız olana talip olsak, bu dünya hepimize yetecek…
Hem de fazlasıyla…
Fakat ne mümkün!...
Kimsenin kendine güveni kalmamış…
Herkes ilk adımı başkasından bekliyor…
Ağır kaçmayacaksa şunu söyleyeceğim:
Toplum olmakla sürü olmayı birbirine karıştırmaya başladık!...
Onurlu bir şekilde mücadele etmenin ağırlığı karşısında; ikram edilen sömürünün vermiş olduğu hafiflik, aklımızı başımızdan alıyor!...
Öğrenilmiş hayat yerine, ezberlenmiş hayatı yaşamak herkese daha kolay geliyor…
Ne dersiniz?