Eylül... Ey Eylül...

Benim en sevdiğim ay kesinlikle eylüldür..Nedenini bilmiyorum .Belki sonbaharın hüznü.Belki gençlikte yaşanmış kısa yaz aşklarının ayrılık ayı olması…Yazın kavurucu sıcağından sonra gelen renklerin pastele döndüğü o ılık hava…Belki de hepsi…Sevgili dostum Gazeteci –Yazar Ahmet Tolgay,her sabah o güzelim üslubu ile facebook’ taki takipçilerine günün olayı üzerine kurduğu kısa yazısı ile “Merhaba” der… 
Her gün ilk okuduğum yazıdır bu sıcak “merhaba”… 
Eylül ayının girişi ile çok güzel ama kısa bir yazı yazdı Ahmet Tolgay.. 
Damakta hoş bir tad bırakan tarçınlı akide şekeri gibiydi. 
“Ne olur bu yazıyı köşende daha geniş şekilde okuyarak eylüle merhaba diyelim” diye mesaj attım…Sadece ben değil bir çok takipçisi de “beğen “ hanesini tıklayarak bana destek verdiler... 
Sevgili Tolgay,geçtiğimiz gün bizi kırmadı refikimiz Kıbrıs Gazetesi’ndeki köşesinde yayınladı ”Eylül…Ey Eylül “ başlıklı yazısını…Paylaşmak ne güzel…Güzel eylüller olsun….İşte Ahmet Tolgay’ın satırları: 
“Eylülde eylüle dair yazı yazılmaz mı? Mutlaka yazılır… Yazmalı da… Ama kısa bir köşe yazısında eylülü anlatabilmek ne mümkün!.. 
İnsanlığın erken yıllarından bu yana eylüle dair romanlar, öyküler ve şiirler yazıldı. Tiyatro oyunları sahnelendi… Filmler çekildi… Ressamların konusu ve rengi oldu bu ay her zaman. 
Ve hatta eylülün sarı, hüzünlü rengi Van Gogh tablolarına ölümsüz fırça dokunuşlarıyla sonsuza dek resmedildi… Van Gogh’tan daha az duyarlı olmayan ressamlar da eylülün sarısının bağımlısı oldular eserlerini üretirken… 
Tüm bu sanatsal ve duygusal etkinliklere karşın ruhu yeterince anlatılamayan, insan ve doğa üzerindeki etkisi yeterince irdelenemeyen bu büyülü ayı tabii ki dar çerçeveli bir yazıya sığdıramayız… Ama ille de eylüle dair bir şeyler yazmalı, hepimizin duygularını ve insanca yanlarını kışkırtan bu büyülü aya dair… 
* * * 
Eylül…Eylül… Ey eylül… 
Üzüm ayı, bağ bozumu günleri… Taptaze şarap kokusuyla buluşmak… O taze şarapların yıllanmış şaraplar mahzenine kaldırılması… Kıbrıs’ta paluzenin, tombul bademli üzüm sucuklarının ve köfterlerinin kısa günleri… Yapışkan, uzun yaz sıcaklarının yerini serinlerin okşayan yumuşak ellerine terk ettiği dönem… Heyecanların, düşlerin, beklentilerin bir başka tetiklendiği otuz duyarlı gün… Hep eylüle dair bunlar… 
İstisnasız herkesi derinden etkileyen mevsimlerin o en güzel ayı... En çok sanat eseri eylül adına ve eylülde üretilirken, bu üretkenliğin duygularla olan bağlantısı derinden duyumsanır. Aşklar, sevgiler, bağlılıklar ve bağımlılıklar eylülde bir başka anlam yüklenir... 
Eylülde en köklü aşklar tetiklenir... Duygular çağlayandır eylülde, çağıl çağıldır... İnsan olan tepeden tırnağa duygudur; o çağlayanda baş baş yıkanandır... 
Eylül beklentilerin, umutların ve kavuşmaların da ayıdır aynı zamanda… Alpay ünlü nostaljik ve damardan romantik şarkısında kaybettiği sevgiliye 'eylülde gel' der... Şarkıya göre, tüm yapraklar solarken, “eylül gelmek zamanı”dır, gitmek ve ayrılmak zamanı değil… Yazın başında giden ve henüz gelmeyen, o bir ömre bedel sevgilisine eylülün anlamını böyle anımsatır Alpay… 
Eylülün bir kavuşma ve buluşma ayı olduğu daha nice şarkıda ve şiirde vurgulanır. Örneğin Bülent Ortaçgil, eylüle dair şiirinde “onca yıl sen burada / onca yıl ben burada / yollarımız hiç kesişmemiş / şu eylül akşamı dışında” der… 
* * * 
Türk edebiyatının ana temalarından biri oldu eylül ayı… Modern Türk romancılığının tetiklenmesinde önemli rol oynayan ve eylülün tılsımlı teması konusunda ekol yaratan romana da adını verdi bu ay… Bu edebi gerçek nasıl unutulabilir? Servet-i Fünun dergisinde tefrika edildikten sonra 1925’ten bu yana defalarca basılan Mehmet Rauf’un “Eylül” adlı o ünlü romanından söz ediyorum… 
Klasikleşen o romanda, eylül ayının sapsarı ve hüzünlü atmosferinde olanaksız bir aşkın yürek burkan öyküsü anlatılır… Aşk üçgeninde evli çift Süreyya ile Suat ve Suat’a platonik bir aşkla tutulan Necip vardır. Romanda tabiat, kahramanların yaşam algılarına yansımış biçimiyle tasvir edilir. Tabiattaki uyum ve âhenk, eylül ayının çürümeye dönüşen sarılığında ve rüzgârda savrulan yapraklarda gözlemlenir… 
Bu gözlem, İstanbul güzeli Suat’ın tabiat aracılığıyla kendiyle hesaplaşması için de bir zemin hazırlar. Üçlü aşkın mekânı olan Boğaziçi’ndeki yalıda, eylül doğasının ürettiği dingin yalnızlık vardır. İşte bu dingin eylül yalnızlığıyla kendisi arasında bir bağ kuran Suat için içsel bir yolculuk süreci başlar. Duyarsız kocası Süreyya’nın kalbinden dışlanan Suat’ın yaşamından duyduğu hoşnutsuzluk, onu yanı başındaki Necip’e tutkuyla yöneltir. Genç kadın, eylül atmosferinde ve Necip’in platonik aşkında, yitirdiği benliğini bulur. Düş kırıklıklarıyla dolu evlilik yaşamında çürüyüp yok olmaktan korktuğunun ve bedeninin de tabiat gibi yıkıma uğrayacağının farkına varır. Tüm bunları genç kadına duyumsatan eylülün ta kendisidir…”

BÜLENT FEVZİOĞLUNDAN YENİ BİR ŞİİR 
Lazmarin ve Serçe Kuşu… 

Sevgili Fevzioğlu yeni şiirini göndermiş..Sağolsun.(Ud ve Tambur’a özgü 
Bir yeni şarkı için hazırlık notları…)notunu yazarak..Sonra da ilave etmiş… 
Bestelemek ve yorumlamak isteyen dostlar için izne gerek yok, sözler meccani… 
Nu güzel olur bir de bestesini dinlesek…. 

* * * 

“Sustukça konuşurum… Bir duyan gerek bana 
Sazsız sözsüz söylerim, anlayan gerek bana… 
Elbet, ben de faniyim… Göçüp gideceklerden; 
Kul tenime aşk ile… El süren gerek bana… 

Ak düşmüş saçlarımla sana ‘‘Lazmarin’’ dedim 
‘‘Lazmarin’’i ilk kere yalnız sana söyledim… 
Ben ne zaman seninle usulcacık öpüşsem; 
Kalbimden havalanan serçe kuşu izledim… 

Sustum… Duydun sen beni… Anladın yüreğinle 
Ağzımdan diş döküldü… Tuttun, elciklerinle… 
Sen… gönül toprağımda… boylanan lazmarin’sin; 
Mahcup ve mütevazı… Serçe kuşu… içimde… 

Ak düşmüş saçlarımla sana ‘‘Lazmarin’’ dedim 
‘‘Lazmarin’’i ilk kere yalnız sana söyledim… 
Ben ne zaman seninle usulcacık öpüşsem; 
Kalbimden havalanan serçe kuşu izledim…” 

(Bülent Fevzioğlu)

(Star Kıbrıs)