Öğrencilerime hep şunu söylüyorum: "Bana yaşayarak, okuyarak ne öğrendiniz diye sorarsanız, şunu derim: Her olayın, her kişinin, her toplumsal kurumun ve aktörün en az iki yüzü vardır; yüzlerin hepsini görmeye çalışmak gerekir... Toplumda değişmeyen tek şey ise, değişimdir..."
Geçen yazımda AKP iktidarının farklı yüzlerini, reformculuktan tutuculuğa nasıl ve neden değiştiğini görebildiğim yönleriyle açıklamaya çalıştım. Birkaç ay önce Tayyip Erdoğan'ın serüveninin Tony Blair'inkine benzememesi temennimi dile getiren, "Blair sendromu yaşanmasın" başlıklı bir yazı yazmıştım (5 Ocak). Ne yazık ki, tıpkı Britanya'da Tony Blair ve İşçi Partisi iktidarı gibi, Erdoğan ve AKP iktidarı da ülkeye büyük hizmetler yaptıktan sonra, giderek büyüyen bir hayal kırıklığı olmaya aday. Leyla Zana'nın bile, belki yararı olur diye umut bağladığı Erdoğan hükümetinin yaptıklarına bir bakın. Bir yandan PKK ile müzakere olmaz, BDP ile olur deniyor; öte yandan BDP'nin miting yapmasına dahi izin verilmiyor. Bir yandan PKK silah bıraksın deniyor, öte yandan silahsız, demokratik mücadelenin önü tıkanıyor. Sanki mümkünmüş gibi çocuklarını dağdan indirmeleri için anababalara çağrı yapılıyor, ama genel bir siyasi afla PKK'nın peşine takılan gençlerin normal hayata dönmeleri için kapıları açmak akıllara dahi gelmiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu'na gelince: Beyhudeliği çoktan anlaşılmış bir çabanın içinde, CHP'yi Kemalizm'den vazgeçmeksizin sosyal demokratlaştırmak uğraşında. Bu uğraş beyhude olabilir ama AKP iktidarı, artan ölçüde Kemalistleşmeyi, yani tutuculuğu ve keyfiliği sürdürecek olursa, Kılıçdaroğlu değil ama Erdoğan CHP'yi iktidar alternatifi haline getirecek; Kılıçdaroğlu Erdoğan'ın şansı olmaktan çıkıp, tersi geçerli olacak.
Kılıçdaroğlu'nun 34. Kurultay bağlamında söyledikleri arasında dikkate değer bulduğum iki şey oldu: Birincisi, "Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı çantada keklik değil" sözü. İkincisi, "21. yüzyıl Türkiyesi'ne bir kadın cumhurbaşkanı niye yakışmasın?" sorusu. Bu noktalarda Kılıçdaroğlu gibi düşünüyorum. Erdoğan, anayasayı değiştirip cumhurbaşkanını halkın seçmesi esasını getirerek kazdığı kuyuya düşebilir. Eğer muhalefet karşısına ciddi, toparlayıcı bir alternatif aday çıkarma becerisini gösterirse, iki yıl sonra yapılacak seçimde Erdoğan'ın kaybetmesi ihtimal dışı değildir.
Erdoğan'ın karşısına (Kılıçdaroğlu'nun örnek verdiği Tansu Çiller vasıflarında değil ama) birleştirici, toplumu temsil yeteneğini haiz, hükümetin işlerine burnunu sokmayacak (başörtüsüz veya başörtülü) bir kadın aday çıkacak olursa, oyumu tereddütsüz ona veririm. Ama gerçek şu ki, partilerin ittifakıyla parlamentoda değil, iki aday arasından geneloyla seçilecek bir cumhurbaşkanının toplumu birleştirme şansı çok düşük, ama kutuplaştırması olasılığı hayli yüksek. Yeni anayasa ile katışıksız bir parlamenter sistem getirilmediği sürece (ve son olarak Almanya'da görüldüğü gibi, çoğu partinin üzerinde anlaştığı bir aday seçilmedikçe) birleştirici cumhurbaşkanı fikri bir hayal olarak kalmaya mahkum. Hele AKP, kazara, bir de yarı - başkanlık sistemi getirmeyi başarırsa, başımıza neler gelebileceğine en yeni örnek Romanya.
Romanya parlamentosu 6 Temmuz'da, merkez - sağ partilerin desteğiyle, 2004'te ve sonra 2009'da iki kez başkan seçilen Traian Basescu'nun yetkilerini askıya aldı ve hakkında azil sürecini başlattı. Basescu, Sosyal Demokrat Başbakan Victor Ponta'nın ve hükümetin işlerine karışmak ve yargı organını etki altına almakla suçlanıyor. Basescu aleyhine 2007'de de azil süreci başlatılmış, fakat referandum sonucunda makamda kalmayı başarmıştı. Ne var ki 29 Temmuz'da yapılacak referandumu kaybetmesine kesin gözüyle bakılıyor, çünkü hükümet anayasayı değiştirerek referandumda mutlak çoğunluk yerine basit çoğunlukla azil esasını getirdi. Romanya'da farklı partilerden Başkan ile Başbakan arasında sürmekte olan kavga, yarı - başkanlık sisteminin sakıncalarını apaçık gösteriyor.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)