Cevap veriyorlar:
- Yıllardır süren derin ilişkileri ortaya çıkarmaktır.
- Dalavereleri, kumpasları, oyunları, komploları ifşa etmektir.
- Demokrasiyi sağlama almaktır.
- Hukuksuzluğu meslek edinmiş tiplerden arınmaktır.
- Silahlı külahlı işlere kalkışanların yakasına yapışmaktır.
- Misyonerlik karşıtı kumpaslar kuranlarla hesaplaşmaktır.
- Sivil iktidarı yıpratmak adına her türlü oyunu çevirenlerin kulağına yapışmaktır.
* * *
Bu cevabı verenlere...
- Soruyoruz: Demokrasiyi sağlama almak iddiasındaki bir davada basılmamış kitabın işi ne? Cevap veriyorlar: Ama onlar ufak tefek hatalar.
- Soruyoruz: Derin güçlerin egemenliğine son vermek iddiasındaki bir dava nedeniyle, neden bütün bir toplum derin bir “oh” çekeceğine telefonlarının dinlendiğinden falan şüphe edebiliyor? Cevap veriyorlar: Ama bunlar ufak tefek işler.
- Soruyoruz: Veli Küçük’ten hesap sorulan bir süreçte Nedim Şener’den neyin hesabı soruluyor? Cevap veriyorlar: Ama Nedim de ufak tefek hatalar kapsamında sayılmalı...
- Soruyoruz: Özgürlüğü getirmek iddiasındaki bir dava, nasıl oluyor da “Alayınızı Ergenekon’dan tutuklayacaklar” şeklinde tehditlerin dayanağı haline geliyor? Cevap veriyorlar: Ama onlar da ufak tefek meseleler...
- Soruyoruz: Toplumsal virüslerden kurtulmak ve arınmak için başlatılan bir süreçte “bilgisayarıma virüs bulaştırıldı” iddiasının işi ne? Cevap veriyorlar: Olur böyle ufak tefek hatalar.
- Soruyoruz: Hiçbir ceza almamış bir adamı dört yıl boyunca kodese tıkmak ve her duruşmada “tutukluluğun devamına” diye karar vermek bir arınma sürecine yakışıyor mu? Cevap veriyorlar: Ama AİHM bile onayladı, ama AİHM bile onayladı.
- Soruyoruz: Düşünceler yargılanmasın diye başlatılan bir süreçte düşüncelerin de yargılanıyor oluşu tuhaf kaçmıyor mu? Cevap veriyorlar: Ama sadece düşünceler yargılanmıyor ki?
- Soruyoruz: Silahlı külahlı işler çeviren adamların yanında gazetecilerin işi ne? Haberi, internet sitesini, gazeteyi yargılamak da neyin nesi? Cevap veriyorlar: Ama sadece gazeteciler yargılanmıyor ki?
* * *
Bu cevapları verenlerin farkında olmadıkları husus şu:
“Ufak tefek hatalar” falan diye küçültmeye çalıştıkları sorunlar, ulaşmak istedikleri amaçla yüzde yüz çelişiyor.
Yani ülkeyi arındıracağız diye attıkları adımlar, yeni bir arınma ihtiyacına yol açıyor.
Biz de diyoruz ki:
Hiçbir arınma, yeni arınma süreçlerinin doğmasına yol açmaz.
Ergenekon’un bütün bir toplum tarafından ciddiye alınmasını isteyenlerin yapmaları gereken tek şey var:
Ergenekon’un ufak tefek diyerek küçümsedikleri taşlarını ayıklamak...
Unutulmamalıdır ki: Cehenneme giden yollar bu tür ufak tefek hata taşları ile örülüdür.
HRANT Dink cinayetinin peşinden koşan gazeteci arkadaşlar kitaplar yazdılar.
Okudum o kitapları.
Tuğla kalınlığındaki kitaplardan bazıları Hrant Dink cinayetindeki “asker rolü”nü sorgularken, bazıları da “polis rolü”nü sorguluyordu.
Kitaplardan bazıları “asker parmağı”na, bazıları ise “polis parmağı”na işaret ediyordu.
Sonra bu kitapları yazan arkadaşlar kendi aralarında kapıştılar.
“Asker parmağı”na dikkat çekenler, diğerlerine “sen polis parmağını saklıyorsun” dediler.
“Polis parmağı”na dikkat çekenler ise, diğerlerine “sen asker parmağını saklıyorsun” dediler.
* * *
Aslında bunca tartışmaya, bunca itiş kakışa, bunca emeğe, bunca kitaba, bunca yorgunluğa hiç gerek yoktu.
Çünkü elimizde şahane bir fotoğraf vardı.
Ve bu fotoğraf, yüzlerce sayfalık kitaplara gerek bıraktırmadan tüm gerçeği kabak gibi ortaya koyuyordu.
* * *
İşte o fotoğraf:
Katilin sol tarafında gördüğünüz şahıs polistir.
Katilin sağ tarafında gördüğünüz şahıs ise asker.
Yani...
Bas birinci sayfaya...
Yaz altına, “İşte polis parmağı” ile “işte asker parmağı” cümlelerini...
Ve bitir işi...
Kavgasız, gürültüsüz, emeksiz, zahmetsiz falan...
* * *
Bugün ortaya çıktı ki:
Fotoğraftaki polis terfi etmiş.
Katilin eline Türk bayrağı tutuşturarak, lisan-ı hal ile “aferin tosunuma” diyen polis, “Hepiniz Ermeni’siniz / Hepiniz piçsiniz” pankartları altında hararetli bir nutuk çeken bakanımızın bakanlığı tarafından taltif edilmiş.
İddiaya girerim: Askerin de başına bir benzeri gelmiştir.
Bazıları şaşırıyor bu tür durumlara...
Oysa şaşılacak bir şey yok.
O fotoğraf bu durumu da yeterince açıklıyordu.
Ortadaki katildi.
Soldaki adam polisi, sağdaki adam askeri sembolize ediyordu.
Bayrak da polisi terfi ettiren yüce devletimizi...
İSTANBUL caddelerindeki reklam panolarında kocaman bir afiş:
“Topraktan mı geldik, maymundan mı geldik?”
Bir tartışma programının reklamı bu...
Programda bu konuyu işleyeceklermiş, konuyu pek önemsedikleri için de reklama çıkmışlar.
Kıskandım vallaha...
Ve derhal “Tarafsız Bölge” için başlıklar bulmaya başladım.
Hiçbiri “Topraktan mı geldik, maymundan mı geldik” başlığının eline su dökemez ama yine de gayret gayrettir.
İşte saptadığım konular:
* * *
- Bahar geldi diye mi âşık oluruz, yoksa âşık olduk diye mi bahar gelir?
- “Selvi Boylum” bağlamında “aşk mı, emek mi?”
- İslam terakkiye mani midir, yoksa sorun Müslümanlarda mı?
- Neden bize hep “adamlar yapmış abi” demek düşüyor.
- Eğitim gerçekten şart mı?
- Paradigma iflas mı etti, yoksa ettirildi mi?
- Yasak meyvenin elma değil de armut olma ihtimali yüzde kaçtır?
- Yeni mi daha iyidir, klasik mi?
- Türkiye tarımla mı kalkınır, sanayi ile mi?
BEN de Tayfun Atay’ın Radikal’de yazdığı yazıdan öğrendim.
TRT’de gösterime giren “Bir Zamanlar Osmanlı / Kıyam” adlı dizide şöyle şeyler oluyormuş:
Bir Osmanlı efendisini canlandıran karakter, karısıyla konuşurken “yapma yaauvv!” diyormuş.
Padişah efendimizin kız kardeşini canlandıran Türkan Şoray ise, padişahı “buyruuuun hünkârım” diye karşılıyormuş.
Dizide “Patrona Halil”i canlandıran karakter “bu devirde kimse şah değil, padişah değil” diye şarkı söylüyor mu, bilemiyorum.
* * *
Ama bildiğim bir şey var:
TRT dizisinde kemali ciddiyetle ortaya konan bu tutumda süper matrak bir damar var.
Tarihi kişiliklere bugünün dilini konuşturarak çok eğlenceli bir dizi çıkarılabilir.
- Mesela bir grup yeniçeri, “önümüze gelene bin tekme” dese...
- Mesela veziri azam, “okeydir sultanımız” repliğini kullansa...
- Mesela lala paşa, şehzade efendiye “sakin ol şampiyon” dese...
- Mesela Fatih Sultan Mehmet, “ulan İstanbul, ulan İstanbul” diye bir tirat geçse...
- Mesela cariyelerden biri “beni taşıyabilecek bir sultan arıyorum” dese...
- Mesela biri Dede Efendi için “kişiliğini sevmem ama sanatına saygı duyarım” dese...
- Mesela Ahmet Mithat Efendi köşe yazısına “Aziz Nesin’in dediği gibi” diye başlasa...
Ne dersiniz İrfan Şahin Bey...
Tutar mı böyle bir dizi?
Hürriyet