Operasyonun şiddetine bakılırsa, emri verenlerin ya da bombayı atanların 'büyük bir hedefi yakaladık inancıyla' hareket ettikleri düşünülebilir.
Uludere katliamı üzerine yapılan analizler, her geçen gün, değişik boyutları ve kırılmaları beraberinde getiriyor. AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Ergenekoncular için “Direkt eylem yapacak güçleri kalmadı ama ‘kazara oldu’ diyebilecekleri olanakları var” diyerek tartışmaya katıldı.
Hükümet ilk gün sessiz kaldı. İkinci gün yapılan açıklamada ise Başbakan her şeye hâkim bir hava içindeydi, “Ne ordu ne de MİT bizden habersiz bir şey yapamaz” mesajını veriyordu. Ancak günler geçtikçe ortaya çıkan olgular, ‘hükümetin duruma o kadar da hâkim olmadığını’ savunanları doğrulayan yönde ilerliyor.
En masum ifade ile bir ‘istihbarat hatası’ndan söz edebiliyoruz. Tabii, ‘istihbarat hatası’ dediğimiz şey de birçok soru işaretini içinde barındırıyor. Örneğin, ‘Fehman Hüseyin’ adlı PKK yöneticisinin grubun içinde yer aldığı ya da alacağı bilgisi son ana kadar korunmuş.
Operasyonun yeri göğü yıkıp, dağları taşları yerle bir eden şiddetine bakılırsa emri verenlerin ya da bombayı atanların ‘büyük bir hedefi yakaladık inancı’ içinde hareket etmiş oldukları düşünülebilir. Bazı devlet güçleri, göründüğü kadarıyla askerleri ve hükümeti de inandırmışlar. Operasyon kolektif bir devlet operasyonu olarak devreye sokulmuş.
Püf noktası mantık
Son dönemde, bazı çevrelerde ‘PKK’nın sonunun geldiği’ değerlendirmesi ağırlık kazanıyor. Özellikle de PKK’nın son ‘operasyonlar’la iyice köşeye sıkıştığı, ‘işlerin yolunda gittiği’ bir ortamda Uludere’deki ‘operasyon kazası’yla yüz yüze gelindiği görüşü yaygın. Bu bakış açısına göre ‘operasyonlar’ öylesine etkili oldu ki, bundan rahatsız olan kesimler (PKK ve/veya ‘Ergenekoncu’lar) bir tezgâh kurarak, ‘olumlu’ gidişin önüne çomak soktular.
Önümüzdeki soruşturma döneminde bütün bu konularda daha net şeyler söyleyebileceğiz. Mehmet Baransu’nun işaret ettiği bilgi ve belgeler, ‘oyun içinde oyun’ olduğunu doğruluyor, ilk günkü ‘kesin’ açıklamalar önemini kaybediyor.
Tabii sıra hemen şu soruya geliyor: Bu ‘oyun’u kim yaptı? Hükümet ve diğer devlet güçleri neden bu ‘oyun’a geldi, gelebildi?
Mesele, bir ‘yanlış’ın veya ‘yanlış yönlendirme’nin nasıl olup da bu kadar ağır sonuçlanabildiği noktasında düğümleniyor. Tabii, paralel bir soru olarak şu da önümüzde: “F16’ların bütün haşmetiyle Kürt kaçakçılarının üzerine sürülmesiyle sonuçlanabilen ruh halinin temeli nedir?”
Tablonun bir diğer boyutu ise medya ve muhalefete yönelik yaklaşım: Sanki çözümün önündeki asıl engeli itiraz eden gazeteciler, aydınlar, muhalif sesler oluşturuyordu. Onların ‘bir susması’ ve bu ‘operasyon’ların ‘itirazsız’ ortamda yapılması halinde işlerin yoluna gireceğine ilişkin bir psikoloji gelişti. Bu psikolojinin etkisiyle medya ‘operasyon’u ilk saatlerde vermeye, önüne gelen bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya çekindi.
Sorun ciddileşiyor
Bombalarla yaşamını yitiren gençlerin mensup oldukları köylerin ve aşiretlerin ‘korucu’ olduğu, kaçakçılığı da bölgedeki devlet yetkililerinin bilgisi içinde yaptıkları anlaşılıyor. Ancak sonuç olarak burası Kürtlerin yaşadığı bölge. Bu nedenle her devlet müdahalesi, her can yakan gelişme, hangi eğilimden olursa olsun, bölgedeki Kürtlerin ortak tepkilerine, duygusal birlikteliklerine zemin hazırlıyor.
Silahın ‘her şeyi halledecek asıl güç’ olduğuna inanan anlayış her iki kesimde de güçlü olarak var. Bir yanda, “Heronlar, insansız hava araçları, bombardıman uçaklarıyla onları dümdüz ederiz” diyen ve kendini silah teknolojisinin büyüsüne kaptıran bir ‘cephe’, kendi inandığı gerçeğin peşinden gidiyor; diğer bir cephede ise “PKK’nın elindeki silahlar olmazsa bunlar bizi yok ederler” anlayışının taraftar toplayabildiğini görebiliyoruz.
Ancak, ‘silahın ve şiddetin gerçekliği’ içinde, gide gide Uludere’ye kadar gidiyor ve yaşamın acı tablosuyla yüz yüze geliyoruz. Kürt meselesi, bir kimlik gerçekliği, bir etnik gerçekliktir. Eninde sonunda, çözümü silahsız ortamda, hak hukuk temelinde konuşacağız. Sonuç olarak, şimdilik, Uludere’nin, bir kaza değil, bir tercihin gidebildiği ve tıkandığı en uç nokta olduğunu söyleyebiliyoruz.