Başbakan Tayyip Erdoğan, 12 Haziran seçimlerinden önce “Bu benim son seçimim” demişti ya, partinin iç tüzüğüne göre üç kereden çok seçime girmenin mümkün olmadığını vurgulayarak, kimileri zil takıp oynamaya başladı. Bunlardan biri de iş adamı Uğur Yüce. Oturmuş bir gazeteciyle söyleşi yapmış ve “AK Parti inşallah Tayyip Erdoğan sonrasında parçalanınca yerine CHP-MHP koalisyonu gelir” gibisinden de bir kehanette bulunmuş. Uğur Yüce “akil, kültürlü, çok da birikimli bir İzmir’li” iş adamıymış. Parçalanma gerekçesini, Tayyip Bey’in, Ali Babacan’ı kendisinden sonra başbakan yapacağı üzerine kurgulamış. Çünkü Ali Babacan’ı istediği gibi yönetebilirmiş, Çankaya’ya çıkıp da Cumhurbaşkanı olduktan sonra. Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderme yaparak, “CHP bu yapısı içinde ve de bu başkanıyla ne köy olur ne kasaba” diyor Uğur Bey! Ve de CHP-MHP koalisyonunun daha önce, İzmir’de yerel seçimlerde işlediğini, bunun Türkiye için de geçerli olabileceğini söylüyor. İzmir koalisyonunun başarısı (!) Aziz Kocaoğlu. Yani İzmir’i tam bir kasabaya dönüştüren, dört metre eninde kaldırım, bir metre eninde yol yapan, o yolları da köstebek yuvasına dönüştüren, kenti perişan eden, hiçbir iş yapmamayı erdemden sayıp ardından da “bizim çok paramız var” diye böbürlenen belediye başkanı. Şimdi, neden Uğur Yüce’nin “yorumuna” değindim? Çünkü bu tür “yorumlar” basını hayli meşgul edecek yakın gelecekte de ondan. Her şeyden önce herhangi bir kişi AK Parti Genel Başkanlığına seçilirse, bu kendi yeteneği, çevresinde uyandırdığı saygı, bilgi ve kültür birikimi nedeniyle olur. Gizli kamerayla çekilmiş videolarla falan olmaz! Dahası, eğer Tayyip Bey Cumhurbaşkanı olacaksa, bu, ülkenin yönetimiyle her türlü ilgisini kesecektir anlamına gelmez. Bunca yıllık bilgi birikimini hükümetle her fırsatta paylaşır, yapısı ve yurt sevgisi gereği. AK Parti’den de ikinci bir Mesut Yılmaz çıkmayacağına göre Tayyip Bey sonrası parti, ANAP gibi kısa sürede tarihin tozlu sayfalarına gömülüp gitmez. Uğur Yüce ve onun gibi akil adamların heveslerine gelince, onlar da kursaklarında kalır...
‘İzmir’i yakmanın bedeli’
Kimi gazeteleri alışkanlıktan dolayı alırsınız; babanız almıştır, çocukluğunuzda evinizden eksik olmamıştır. Hürriyet’le Milliyet bu tür gazetelerdendir. Cumhuriyet de öyle; hele de CHP kökeninden geliyor ve de hala CHP’nin solcu bir parti olduğunu sanıyorsanız. Ben her sabah en az beş gazeteye şöyle bir göz atarım ama inanın STAR’ı dikkatle okurum. Yazarlarını elbette. Yağmur Bey, sevgili Ahmet, dostum İbrahim ve de Ergun Babahan vazgeçemediklerim listesinde ilk sıraları alır. Bayramı Çeşme’de geçiriyorum; önceki sabah köpeğimle yürüyorum sabahın erken saatlerinde. Önüme tanımadığım bir adam dikildi. Ben daha ağzımı açmadan başladı veryansın etmeye: “Yahu İzmir’i Yunanlıların yaktığını cümle alem biliyor! Sizse kalkmış bambaşka şeyler yazıyorsunuz; ayıp be ayıp!” diye haykırdı. Ne dediğini bile anlamadım. “Oku Ergun Babahan’ı da utan utan!!” dedi ve bir hışım yanımdan çekip gitti. Tabi yürüyüşü kısa kesip bakkala uğradım; hemen gazeteleri aldım, bir yere oturdum ve STAR’ı açıp Ergun’un “İzmir’i Yakmanın Bedeli” başlıklı yazısını okudum. Ve gülümsedim. Ve teşekkür ettim Ergun’a. Ve gıyabında bayramını kutladım. Ve de onunla aynı gazetenin sütunlarını paylaştığım için gurur duydum. Sizden ricam, 8 Kasım tarihli STAR gazetesini bulmanız ya da internete girip Ergun’un yazısını okumanız. Ben daha fazla bir şey söylemeyeceğim ama eğer Türkiye’nin yakın tarihine nesnel bir biçimde yaklaşabiliyorsanız, bu yazı sizi çok düşündürecektir. Resmi tarihe olan inancınız, hala kalmışsa tabi, bir kez daha sarsılacak...