Enteller, Dönekler ve Haşhaşiler

“Aydın”, “entelektüel”, ve “entel” sözcüklerin anlamına bakalım.


“Adyın” adı üstünde “aydınlanmadan” etkilenmiş bir kişidir. Bilime, deneyseciliğe, sorgulayıcılığa inanır.


“Entelektüel” ise Türkçe'deki “aydın” karşıtlığı olarak kullanılan bir sözcüktür ama buna göre “aydından” biraz farklıdır.


Bir “entelektüel” zorunlu olarak aydınlanmacı olmayabilir, kültürlü ve bilgilidir ama örneğin “aydınlanma” karışıtı bir kişi de olabilir.


“Entel” sözcüğü “enetelektüelin” kısaltması olarak dilimize girmiştir. Biraz eleştirel bir anlam taşır. Kimi zaman “halk karşıtı” olarak kullanılır.


Kimi zamanda “kendi çıkarı uğruna düşüncelerini değiştiren, satan” anlamına da gelir.


Otoriter bir yapılanmaya destek veren birinci ve en dikkat çeken grup “tatlı su entelleridir.”


Otoriter bir yönetime, oligarşiye destek verenlerin ikinci grubu da “döneklerdir.”


Faşizme doğru gidişe destek veren üçüncü grup, zaten biat kültürü ile yetişmiş olan, dogmatik kafa yapısına sahip, “entel” kimliğine bürünmüş, “normal” kişilerdir.


Aynı anda bu üç prototip aynı kişide de birleşebilir.


Yani bir kişi hem “tatlı su enteli”, hem “dönek” ve hem de “dogmatik” olabilir ki buda ender görülen bir durum değildir.


İşte bu üç özelliği kendinde toplamış kişiler en azgın, en saldırgan ve zulme destek veren enteller haline gelir. Entellerin efendilerinin gözündeki değeri:


Şu veya bu biçimde bir “köşe” kapar, kendine bir “entel” yaftası yakıştırır, gözünü yukarıdan ahlaki, etik ve onursal değerlere kapatır, pusulanı iktidara çevirirsin. İktidarın yaptıklarını alkışlar, muhalif olanları eleştirirsin. İktidar değişince sen de değişir, gidene “paşam”, gelene de “ağam” dersin.


Ancak “aydın” olmak çok risklidir ve tarih boyunca hep riskli olmuştur.


İktidarın şimşeklerini üzerine çeker, çeşitli biçimlerde ağır bedeller ödersin.


O yüzden “tatlı su enteli” olmak her zaman için güvenliklidir. İktidar tarafından korunur ve ödüllendirilirsin. Tüm maddi olanaklar sana sağlanır, ağanın postunda ölme onuruna (tabii siz buna onursuzlukta diyebilirsiniz) nail olursunuz.


Peki entelin değeri nedir veya ne kadardır?


Tarih, toplum, vicdan ve adalet duygusu enteli nereye koyar?


Efendisi için kaç paralık adamdır?


Gelin bu sorunun cevabı için geçmiş tarihe bakalım; bugün dalkavukluk, yalakalık, yaranmak, riyakarlık, ikiyüzlülük artık bir meslek olmaktanda çıkmış tamamen ruhsal ve ahlaki bir sorun haline gelmiştir. Tıpkı “çalıp çırpsın ama yapsın” mantığı gibi toplumsal belleğimizi dumura uğratmıştır dalkavukluk ve yalakalık.


Tanzimattan evvelki devirde; dalkavuklar, kahyaları, “nizamnameleri ve narhları olan bir 'esnaf zümresi'idi.


Dalkavuklar kibar ve rical huzuruna girdiklerinde, etek öperler. Oturacakları yer, trabzan yanındaki küçük minderdir.


Dalkavuğun burnuna fiske vurma: 20 para. Başına kabak vurma: 30 para. Yüzünü tokatlama (tokat başına): 30 para.


Merdivenden aşağı yuvarlama: 180 para. Bir yeri incinir, kırılırsa tedavi ve cerrah parasını latife elden verilir.


Ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama: 40 para.


Kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma: 40 para.


Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi: 40 para.


İşte günümüzde de ne acı ki entel, dantel ve aydın geçinenlerimiz iktidarın gör dediğini görür, görme dediğini görmez.


Zulmü görmez, Uludere'de yapılan ikinci baskını, zulüm dolu mahkeme kararını görmez.


İslam alimlerine ve bir camiaya yapılan “haşhaşi”, “hunhar,” “çeteci”, “kumpascı”, “cuntacı” ve olabildiğince hakaretleri görmez.


Bu danteller sadece ama sadece iktidarın gör dediğini görür, yaz dediğini yazar.


Demokratik hak ve özgürlüklerin sır dolu tırlarda imha edildiğini görmez.


İnsan haklarının HSYK ile tarumar edilmek istendiğini, oligarşiye doğru gidildiğini görmez.


Çünkü onun işi görmek değil, efendilerinin talimatıyla gör dediğini görebilmektir.


Paralel devlet paranoyası, darbe senaryo ve salvolarıyla ülkenin karanlığa doğru gittiğini görmek gerekir.


Bunun başbakan danışmanlarının da görmesini sağlamak ve 11 yıldır nice zorluklarla elde edilen kazanımların heba edilmemesi için izlenen politikanın politika olmadığını hatırlatmak gerekir.


Bu gidişle ne dost komşu ülke, ne AB hayali, ne “barış süreci” ve ne de hiçbir şey kalır.