Mutlu insan türü hangisidir deseler, sorduğu herhangi bir soruya aldığı “evet” ya da “hayır” yanıtıyla yetinenlerdir derim. Bu iki yanıtla yetinmek zekaya da vicdana da yük getirmediği için kişiyi elbette mutlu kılar. Ben de bir kaç arkadaşımı, şu Londra’da başlayan ayaklanmalar konusunda tartışırken sordukları “yağmayı destekliyor musun?” sorusuna, “hayır desteklemiyorum” yanıtını vererek mutlu ettim.
Pek bir sevindiler. Benim gerçekten böyle düşündüğüm için verdiğim bu yanıt, tartışmayı onlar açısından bitiren bir yanıt oldu ne yazık ki. Tartışmanın gerisini getirme ihtiyacını duymadılar bile. Etnik, dini bir dolu özelliklerinden başlayıp, alışkanlıklarına kadar yaptıkları akıllara zarar “analizlerle”, ayaklanmacı takımın, yani siyahların, ne kadar berbat insan oldukları konusunda konuşup durdular.
Elbette, bir sistem karşıtı olarak, ayaklananların, başkaldırıdan benim anladığımı anlamalarını isterdim. Yaşadıkları sistem içinde karşılaştıkları sorunları, ayrımcı tavırları kendilerinin dışındakilere daha ikna edici yöntemlerle anlatmalarını da. Ama böyle olmadı tabii. Olmaz da. Öncüsüz olmak, doğru bir yönlendirmeden uzak bulunmak, uzun yıllardır biriktirdikleri öfkelerini dizginleyecek sakin bir yaklaşıma sahip olamamak, kargaşa ortamında, yağmalama yapmanın, yani “edinmenin” cazibesine kapılmak gibi bir dolu nedenden ötürü, onlar, elbette benim anladığım başkaldırıdan aynı şeyi anlamayacaklardır.
Sistemin kendilerini sıkıştırdığı dar alanda, “edinme” konusunda tüm yoksullar gibi sıkıntı çektikleri için, buldukları ilk fırsatta “yağmalamaya” girişmeleri, sistemin kendilerine yasakladığı ya da edinilmesini zorlaştırdığı ürüne kavuşmak anlamına geliyor herşeyden önce onlar için. Bunun ne kadar cazip olduğu herhalde tartışılmaz. “Peki her ‘edinme’ zorluğu çeken yağmalama mı yapıyor” sorusu demogojik bir sorudur bu durumda. Yağmalamayı sadece mağaza vitrini indirmek olarak anlayanlara, sistemin, onca yıllık mücadele sonucu emekçilere vermek zorunda kaldığı bunca hakkı istismar etmenin de bir tür “yağmacılık” olduğunu söylememiz gerekir öncelikle, anlatmak zor olsa da. Şimdi pek bir kahraman(!) ilan edilen Türkümüz/Kürdümüz arasında, bu istismarı yapan binlerce kişi var.
Burada, ortalığı kırıp dökmenin tepki toplayıcı bir neden olduğu anlaşılıyor. Ben meseleye cam çerçeve kırmanın iyiliği, kötülüğü açısından bakamam. Eşitliğin olmadığı yerde huzurun da olmadığını ifade etmenin tek yolu o mağazanın camını indirmekse, benim açımdan tüm yanlışlığına rağmen anlaşılabilir bir şeydir bu. Kaldı ki eleştirecek de olsam, kendimi de kategorik olarak tüm yabancılar gibi “siyah” kabul ettiğimden, onların yanında durarak yaparım bunu, karşılarında durarak değil. Oysa ayaklanma başladığından beri, çok sayıda Türk/Kürt öfkeli cümlelerle, farkında olmadan son derece “beyaz” tepkiler gösterdiler. Siyahların genetik kodlarına değinerek başarısızlıklarından söz edenler mi ararsınız, “biz vergimizi veriyoruz, onlar bomboş oturuyor” diyenler mi? Çok acı verici bu. Mabadına yer edinince başkalarını tanımama tavrı budur işte.
Siyahların bu ülkenin ırkçılıkla mücadelesinde ne büyük katkıları olduğunu, bir kaç çapulcu, yüzünden anlatamazsınız bir çok insana. Çünkü siyaha olan önyargılı bakış, yaşanılan ülkenin yerlilerine, “iyi yabancılar da var” mesajı verme ayıbıyla birleşmiş çoktan. “Kabul edilebilir yabancı” olmak konusunda, diğer yabancıları harcayan tek topluluk Türk/Kürt topluluğu, belli ki. Ne kadar ayıp. En kahraman olmadıklarından değil, İngiltere’de göçmene karşı alınan onlarca eşitsiz, ayrımcı kararın farkında olduklarından, bu kararları haklı çıkarmamak için siyahlara tavır almama erdemini gösteren başka azınlıklar da yaşıyor İngiltere’de. Hiçbiri malımı, mülkümü koruyorum diyerek, İngiliz ıkçısıyla aynı saflara düşmüyor.
Peki ne yapmalıydı bu durumda insan? Pek bir kahraman(!) Türk/kürt gibi yapmak belki onur okşayıcı olabilir kimileri için ama doğru tavır, yağmacılığı elbette desteklemeden, yönetime, huzursuzluğun kaynağı olan sosyal eşitsizliği çöz demek olmalıdır. Grevleri düşünelim bir an. Örneğin belediye temizlik işçileri greve gidip çöp toplamamakla kent halkına kötülük yapmak mı istiyorlar? Elbette hayır, yaptıkları sadece şudur; çöpünü toplamadığı hane halkını, belediye yönetimine baskı yapmaya zorlamak. Londra’da metro işçileri greve gittiklerinde milyonlarca yolcuya eziyet etmekten zevk almazlar. Metro yolcularını, çalışanlarının hakları konusunda işverene baskı yapmaya zorlamaktır amaçları. Grevden başka çareleri yoktur. Grevden amaç da, her gün hizmetinde oldukları kesimleri, bu hizmetin devamı için işverene yöneltmektir. Yöntemleri kötü belki ama o ayaklanmacılar da eşitsizliğin ortadan kaldırılması için huzurun ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyorlar. Yaptıkları sadece bu. Mal, mülk yağmalamaları benim için sadece ayrıntıdır.
Kendi küçük mülkünü savunayım derken koca bir sömürücü sermayeyi savunduğunu anlatmak zor Türk/Kürt esnafa. Elinde sopalarla dükkanını koruduğu o siyah gençler trafikte polisçe en çok durdurulan kesime mensuptur. İşsizlik yardımından en az pay alan da onlar. Belediye evi almak için diğer azınlıklardan daha fazla süre bekletilenler de. Bu yıllardır böyle bu ülkede. Rahatı iki günlüğüne bozulanlar, tam iki yüzyıldır beyaz adamın her türlü taciziyle “rahatı bozulan” siyahı anlayabilmeliydiler.
Belki anlayacaklardır ama şimdi anlatmak zor onlara.
Hele kahraman Türkler/Kürtler övgüsünü duyduktan sonra bir hayli zor.