Emin kardeşim, biraz geç olmadı mı

POLEMİK yapmayı sevmem.

Hele hele Emin Çölaşan gibi bir yazarla polemik yapmayı hiç istemem.

Onun kullanabileceği keskin sıfatlar, vurduğu zaman yıkan zamirler, yapıştırdığı o narin etiketler, lakaplar...
Nerde bende o kabiliyet... Kaybedeceğim kesin bir kavgaya girip kafamı, gözümü yardırmayacak kadar hayat bilgisi dersi aldım.
Mehmet Ali Birand’ın 28 Şubat dizisinde, geçmişe ait bir olayı anlattım.
Genelkurmay’daki bir brifingden sonra Emin Çölaşan’ın Çevik Bir’e sorduğu bir soruyu aktardım.
Emin, askerlerin müdahale edip etmeyeceklerini sormuştu.
Çevik Bir de, “Ne diyorsunuz Emin böyle bir şey mi olur” demişti.
Bence ne soruda, ne de cevapta büyütecek bir şey vardı.
O gün hepimiz gazeteci olarak merak ettiklerimizi sorduk.
Gazeteci sormuş, asker de hayretle karşılamış, yok böyle bir şey demişti.
Çölaşan dün beni yalanlamış, yalanlarken de bir güzel saydırmış.
Mesele değil, onun üslubuna, sadece ben değil, artık bütün Türkiye şerbetli...
Söyleyen, söylenenin de değerini tayin ettiği için, bakıp geçiyoruz işte...
Tabii benim de kendi üslubumla söyleyecek birkaç lafım var.
Emin Kardeşim;
Bu yalanlama biraz geç olmadı mı?
Geç derken de 13 yıl falan bir gecikme demek istiyorum...
Herhalde unuttun; ben bu sohbeti, 2 Ekim 1999 günü Hürriyet’teki köşemde yazdım.
O günlerde ne senin, ne başka birinin bir itirazı oldu da ben mi üç maymunu oynadım?
Görmedim, işitmedim, duymadım...
Sen ki, benim her yazımı, ertesi gün, kendi deyişinle “geçirmek” için didik didik okursun.
Hatta Uğur Mumcu yazısında olduğu gibi, ekrandan okuyup, bana aynı gün “geçirdiğin” bile olmuştur.
Şimdi sakın bana “O yazıyı görmemişim” deme.
* * *
Emin Kardeşim;
Gazetecilikte bir kural vardır.
Beş gün sonra gelen yalanlama, doğrulamadır.
Seninki 13 yıl sonra geldi...
Haksız mıyım kardeşim.

NOT: m O günkü yazımda, Çevik Bir’in dolaylı bir cevap verdiğini yazmışım. Ama soruya çok şaşırdığını ve “Bu nasıl soru” dediğini çok iyi hatırlıyorum.
- Yazının iki yerinde “Emin” diye hitap ettim. Yazılarımda, insanlara genellikle soyadları ile hitap ederim. Çölaşan genellikle birinci isimleri kullanır. O bunu, insanları aşağılamak için kullanır. Benim öyle bir amacım yoktu.

MELİS Alphan, dün Kelebek’teki köşesinde bir dil devrimi yaptı.
Basit gibi görünen, ama bence çok önemli değişiklik şuydu:
“Aldatmak” kelimesinin yerine “başkasıyla sevişmek” kavramını koydu.
Yazısının başlığı şöyleydi:
“Mutlu evliliğin sırrı...”
Jeanna McCarthy’nin aynı başlıklı yazısını özetlemiş.
Yazar, evliliği bitiren nedenleri şöyle sıralıyor:
“Saygısızlık, sıkılganlık, Facebook’ta fazla zaman geçirmek, başkalarıyla sevişmek.”
* * *
Dün sabah bu yazıyı okuyunca, Melis Alphan’a bir mesaj atarak tebrik ettim.
“Aldatmak” kelimesini hiçbir zaman sevmedim.
Hem de “aldatandan” değil, “aldatılandan” dolayı sevmedim. 
Bir erkek veya kadınla birlikteyken, üçüncü bir kişi ile ilişki kurmayı, ahlaken doğru bulmayabilirsiniz.
Ama bu hareket için kullanılacak fiil “aldatmak” olmamalı.
Ayrıca, biriyle beraberken üçüncü bir kişi ile ilişki kurmak, haksız bir şey olabileceği gibi, haklı gerekçeleri de olabilir.
Neticede bu fiil, “başka birisiyle birlikte olmak” veya “başkasıyla sevişmektir”.
Melis Alphan, yazıyı çevirirken, kavramı aynen bırakmış. Yani onu “aldatma” olarak çevirmemiş.
Bence çok iyi bir iş yaptı. Umarım, bundan böyle bu kavram yaygınlaşır.
* * *
Son söz...
Bu işi bir kadının yapması gerekiyordu, nitekim bir kadın yaptı.

(Hürriyet)