"The world's male chivalry has perished out, but women are knights-errant to the last; and, if Cervantes had been greater still, he had made his Don a Donna." Elizabeth Barrett Browning
On dokuzuncu yüzyılda İngilizce konuşan dünyanın kadın şairlerinin hiçbiri eleştirel saygı ya da görüşlerinin bağımsızlığı ve cesareti için Elizabeth Barrett Browning'den daha fazla takdir görmedi. Ben ise onunla yıllar önce bana gelen bir doğum günü hediyesi vesilesiyle tanıştım, The Collected Poems of Elizabeth Barrett Browning. Biyografisinda ilk dikkatimi çeken, doğum günlerimizin arasındaki bir günlük farktı; ben 5 Mart Elizabeth 6 Mart. Doğum günümden birkaç hafta sonraydı, Charing Cross’daki Foyles’de kitap rafları arasında her zamanki gibi dışardaki kasvetli havayı unutmuş geziyordum. O haftaki hedefim Japon Mitolojisi hakkında birkaç kitap bulabilmekti. Amacıma hizmet edecek olan rafların arasında ilerlerken gözüm ortada duran okuma koltuğunun yanındaki koyu ahşap sehpanın üzerindeki kitaba takıldı; The Collected Poems of Elizabeth Barrett Browning.
Mitoloji bölümünde şiir kitabını görünce herhalde biri almaktan vazgeçti, sonra da kendi rafına götürmeye üşendi ve burada bıraktı, diye geçirdim içimden. Ne yalan söyleyeyim biraz da sızlandım. Konu kitap olunca onunla ilgili her şey pürüzsüz olmalı. O sırada içimden bir ses al şu kitabı eline kurcala sayfalarını demeye başladı. Bana gelen kitabı henüz okuma fırsatı bulamamıştım, bende içimdeki sesi dinlemeye karar verdim. Haftanın ilk günü, sabahın ilk saatlerinde kimselerin uğrak yeri olmayan raflar arasındaki koyu renkteki deri koltuğa oturdum ve rastgele ortadan bir sayfa açtım.
The face of all the world is changed, I think… diye başlayan Sonnet VII: The Face of All The World şiirini açmıştım. Çevirisini yazmak aynı tadı vermeyeceği için siz okurlardan özür dileyerek orjinal dilinde yazıyorum. Servetini Jamaika'daki şeker tarlalarından elde eden babası, Ledbury pazar kasabası ile Malvern Tepeleri arasındaki Herefordshire'da yaklaşık 500 dönümlük bir arazi olan "Hope End" 'in de sahibiydi. Büyük bir konağın huzur dağıtan ormanlık arazilerinde, göletlerin kenarlarında, her daim açık mavi gibi görünen gökyüzünün altında midillilerini gezdirerek büyüdü Elizabeth. İki kız kardeşi ve sekiz erkek kardeşinin aksine o, ailesinin sosyal ritüellerinden uzaklaştırabildiği kadar sık sık kitapların gizemli dünyasına atardı kendisini. “Kitaplar ve rüyalar benim asıl yaşadıklarımdı.” Demişti. Barrett henüz on yaşında gelmeden Yunanistan ve Roma tarihlerini okumuştu. Bu kitap aşkı bana Virginia Woolf’u anımsattı. Barrett öldüğünde Woolf 21 yaşındaydı. O da henüz on yaşında gelmeden babasının kütüphanesindeki tüm eserleri okumuş bir de onlar üzerinde makaleler yazmıştı. Kadınların yeteneklerini ve armağanlarını kucaklamayan tarihsel zaman dilimlerinde kadın olmak…Çalışmaları boyunca aynı konuların ve temaların çoğunu paylaşırlar ancak bu temaların dokusunu şekillendiren şey, yazdıkları çağdır. Aralarında yalnızca on yıllar geçmiş olmasına rağmen, dünyaları dikkate değer ölçüde farklıydı. Gözlemleri analiz amaçlıydı ve adeta bir mikroskopla görüyormuş gibi detaylıydı. Bu nedenle sesleri, toplumun davulunun ritmine göre kimi zaman kısıldı ya da güçlendirildi.
Elizabeth, toplumun zayıflayan inanç sisteminin nedenlerini, nasıllarını hep yüksek sesle merak ediyordu. İnsanlar bir geçiş yaşayabilirler fakat bizler bu geçişten sorumlu muyuz, toplumun yaşadıklarını veya atlattıklarını neden haykıramıyoruz da içimizde anlamlandırmaya çalışıyoruzu sorguluyordu.
Elizabeth’in sağlık sorunları (Akciğer zayıflığı) onu bir dönem Torquay Denizi yakınlarında yaşayan erkek kardeşi Edward’ın yanında yaşamaya zorlamıştı. Ancak o dönem kardeşinin boğulmasına şahit olan Elizabeth daha trajik sorunlar eşliğinde paramparça olmuş bir halde Londra’ya geri döndü. Kederli solumalarının eşliğinde içindeki dünya ile dışardakini dengede tutmak için mücadeleye ancak yazarak devam edebilmişti. Kelimeler onun ilacıydı. Her gün yüzlerce bazen binlerce harfi yutması gerekiyordu. O da öyle yaptı, yazmaya devam etti. 1844’de Şiirler isimli kitabı yayımlandı. Okurların dikkatini çekmenin yanı sıra, tanınmış İngiliz şair Robert Browning'in de dikkatini çekmişti. Browning, Barrett'a bir mektup yazdı ve sonraki 20 ay boyunca ikili yaklaşık 600 mektup alışverişinde bulundular. Bu da 1846'da kaçmalarıyla sonuçlandı. Barrett'ın babası bu evliliğe çok karşıydı ve kızıyla bir daha asla konuşmadı.
Gizli evlilik töreni 12 Eylül 1846'da, Barretts'in evinden uzakta olmayan St. Marylebone Parish Kilisesi'nde gerçekleşti. Çift, 1849’da İtalya’nın Florence kentinde yaşamaya başladı ve Elizabeth aynı yıl Pen (Tükenmez kalem) adını verdikleri ileriki yaşamını ressamlıkla geçirecek olan bir çocuk dünyaya getirdi. Ve bir yıl sonra Elizabeth onun ufuk açıcı eserlerinden biri olacak ve tarihteki en büyük sone dizilerinden biri olarak anılacak olan 44 aşk sonesinden oluşan Sonnets From the Portuguese isimli koleksiyonu çıkardı. Koleksiyonu eşine ithaf etmişti çünkü dizelerin hemen hepsini flörtleri sırasında gizlice yazmıştı. Sonet 43, How do I love thee? Let me count the ways, diye başlar. Şayet tüm dönem eleştirmenlerine göre Elizabeth bir şekilde başarısız olsaydı bile bu dize edebi kanondaki yerini mühürletecek kanıtlar olarak tarihteki yerini alacaktı.
"How do I love thee? Let me count the ways. / I love thee to the depth and breadth and height / My soul can reach, when feeling out of sight / For the ends of being and ideal grace. / I love thee to the level of every day’s / Most quiet need, by sun and candle-light." -- Elizabeth Barrett Brownin
Elizabeth'in sağlık sorunları üzerinde durmadan spekülasyon yapılmasına rağmen, defalarca reçete edilen afyon, şüphesiz onun sorunlarını daha da kötüleştirmişti. Adeta kör, sağır ve dilsiz olan bu hastalık günden güne onu eritmeye, tüketmeye başlıyordu. Vefatından iki hafta önce 20 Haziran günü evinde inzivaya çekilmeye karar vermişti. Dışarı çıkmadı ve kimseyi görmek istemedi. Şiddetli soğuk algınlığı, dayanılmaz öksürük ve boğaz ağrısıyla yatağına hapsolmuştu. 29 Haziran 1861’in sabah saatlerinde tamamen gücünü kaybettiğinde kocasının kollarında son nefesini Verdi Elizabeth.
Viktorya dönemi İngiltere'sinde sıra dışı yeteneklere sahip eğitimli bir kadın, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada yeteneklerini kullanma imkanına neredeyse hiç sahip değildir. Kadınlara karşı ahlaksız teklifler, evlilik dışı cinsel faaliyetler gibi kadınlara yapılan haksız muameleleri hep haykırdı Elizabeth. Biyografisinde eksik kalan birkaç noktadan biri de babasının neden bu evliliğe bu kadar karşı çıktığı ve bir daha kızını görmek istememiş olması. Bazı İngiliz kaynaklarda buna yer verilse de doğruluğundan emin olamadığım için buraya eklemek istemedim. Araştırmalarım hala devam ediyor. Bir de şimdilerde tek çocuğu olan Pen ismiyle bilinen Ressam Robert Wiedeman Barrett Browning (9 March 1849 – 8 July 1912) hakkında araştırmalar yapıyorum. Orta dereceli bir Ressam diye anılıyor fakat annesinden bir sürü özel yetenek aldığına eminim.
İşte o gün kitapçıda yeniden karşıma çıkan kitabın sayfalarını tekrar tekrar çevirdiğimde bu kadına dair bir şeyler yazacağımı anlamıştım. Tahmin edersiniz ki bu onun hakkındaki ilk makalem değil. Sanırım son da olmayacak.