Yazıyı okumayanlar için konuyu özetleyeyim; Lefkoşa’nın çok ünlü ve servet sahibi olan bir ailesinin en büyüğü olan anneyi yaşlandığı için Lapta Huzur evine koyarlar. Bu yaşlı anne uzunca bir müddet Lapta Huzur Evi’nde yaşar ve kaderinin son noktası geldiği vakit de vefat eder. Yıllardır üzerinde titrediği, soykırıma uğradığımız yıllarda kendi yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği çocukları ve torunları ise tatildedir o gün. Lapta Huzur Evi’nin vefakâr ve fedakâr yöneticileri yurt dışında tatil yapmakta olan aileyi telefonla arayıp durumu bildirirler. Aldıkları yanıt ise inanılmazdır.
“Ben şu anda tatildeyim, lütfen siz gömüverin…”
Tam da zurnanın “zırt” dediği andır bu…
Gerçekten de koşullar ne olursa olsun, Kıbrıs Türk toplumu içinde böylesi bir yanıtı verilebilecek bir ailenin olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Bu kısa, fakat büyük ve düşündürücü mesajlar veren bu olay beni derinden etkiledi.
Arkadaşımın bu yazısına göre aile ünlü, varlıklı ve servet sahibi olmasına rağmen, büyük bir olasılıkla bütün servetini daha hayattayken kendilerine bıraktığı annelerine kendi evlerine bir oda verip bakımı üstlenmedikleri gibi sevgilerini de esirgemişler.
Dikkate alınacak bir servetleri olmasına rağmen, para tatlı gelmiş ve yanı başlarında bir ev kiralayıp, bir bakıcı tutup bakımını da üstlenmemişler maalesef. Atmışlar başlarından ve Lapta Huzur Evine yerleştirmişler. Kendileri sadece parasını ödemeyi tercih etmişler Huzurevi’nin. Ve anladığım kadarı ile de yılda birkaç kez lütfen ziyaret etmişler, içinde sevginin yer almadığı yapay duygularla.
Tatilde eğlenmeyi ve günlerini gün etmeyi, annelerine layık olduğu şekilde bir cenaze töreni yapmaya ve yasını tutmaya tercih etmişler.
Belli ki; Geleneklerimizi, göreneklerimizi, Türklere özgü aile yapısını ve yaşlılarımıza saygıyı kaybetmişiz. Tarihimiz, akıllı ve adil sultanların, kağanların, padişahların, beylerin ve diğer isimleri tarihe geçmiş yöneticilerin yanlarında hep bir akil adamlardan veya da ak sakallılardan oluşan heyetlerin olduğunu ve onlara danışmadan karar almadıklarını yazar. Zaten ünleri de, adil olmaları da, tarihe geçmeleri de hep bu yüzdendir. Yaşlılara hürmeti ve onların deneyimlerinden faydalanmayı hiç elden bırakmamışlar.
Yılların biriktirdiği, geçmişten gelen ve ırkımızın geleneklerinden kaynaklanmış soylu aile bağlarını fena halde kaybettiğimiz de apaçık ortada. Paranın, sorumsuzluğun ve nemelazımcılığın da esiri olmuşuz. Halbuki bu soylu aile bağları ve yaşlılara saygı, soykırıma uğradığımız o kötü yıllarda bizi bir arada tutan ve direnişimizin yıkılmamasına neden olan etkenlerden bir tanesiydi.
En önemlisi de, Kıbrıs Türk halkı olarak dini inançlarımızın çok zayıflamış veya da zaman içinde bilinçli olarak zayıflatılmış olması. Gerçekte İslamiyet, kuşaktan kuşağa hepimize aktarılmış kişisel ve toplumsal hayatımızı kuşatan inanç ve yaşam kurallarıyla bizlere, ruhî hayatımızı tatmin, maddî hayatımızı düzenleyecek mükemmel bir yaşam sunmasına rağmen, toplum olarak bilinçsiz bir şekilde bizler veya da bilinçli olarak başkaları tarafından İslamiyet’ten uzaklaştırılmışız. Ki, sonucunu hep birlikte görüyoruz.
Mutlu olmayan, elindeki ile yetinmeyen, maddiyatın esiri olmuş, çalışmayan, üretmeyen, kendimizden başka hep başkalarını suçlamaya alışmış ve en önemlisi de aile bağları zayıflamış, insanoğlunu ait olduğu topluma ve insanlığa yararlı bir insan yapmayı içinde barındıran dinimizden uzaklaşmış bir hale düşmüşüz. Belki de bizleri zayıflatmak, parçalamak ve ulusal bütünlüğümüzü yıkmak için bilinçli bir şekilde bu hale düşürülmüşüz…
Kıbrıs Türk Toplumu olarak yıkılışın ayak seslerini duyuyorum adeta…