Ege'de kış!
Bazı ölümler bekleniyordu. Biletler çoktan kesilmişti. Ancak beklense de, nihai sonuç önceden belli olsa da ölüm geldiği anda geride kalanları altüst ediyor.
70’ini devirmiş dayım hakkında 80’inine dayanmış ablası ile telefonda konuşurken teyzem küçük kardeşi için “daha yaşayacak uzun yılları vardı!”, dedi.
Her ölüm erken ölümdür!
“Teyze, dayım uzun süredir zaten kendinde değildi (Alzheimer hastası idi)”, dediğimde teyzem “Ben son ana dek bir mucize bekledim” deyiverdi.
Umut en büyük ekmeğimizdir!
***
Böyle belalı bir haftanın ardından Ege’deki yazlık evimize son romanımı tamamlamak üzere geldim. Kasaba bir dünya cennetidir. İlk kez, geçen yaz yaşadığım kasabanın tadına doyamamıştım. Ancak, temmuz ve ağustos aylarındaki kavurucu sıcak da rahatsız etmişti. Üstüne üstlük, kasaba Türkiye’nin ikinci büyük “yaz turizmi” merkezi olarak yaz aylarında çok kalabalıktı. Kasabayı iyi bilen arkadaşlarım ise bütün yaz kasabanın kışın kazandığı “ayrı güzellik”ten dem vurdular. Meraktan çatlıyordum. Ekimde bir kez geldim. Şimdi de üniversitedeki ara tatili fırsat bilip kasabayı kışın ortasında görmek istiyordum. Karımın “tek başına kışın ortasında o yazlık evde ne yapacaksın!” mealli ısrarlı itirazlarına rağmen ocak ayında bu Ege kasabasında iki hafta geçirmeye niyetlendim. İyi ki karımın sözünü dinlememişim, burnumun dikine gitmişim!
***
Allah Ege’yi özene bezene yaratmış. Deniz ile karanın muhteşem bir kanaviçe kıvamında iç içe geçerek birbirini kucakladığı bu bölgede yazın hiç yağmayan yağmur hırsını kışın alıyor olmalı ki geldiğimden beri nerede ise yağmursuz gün geçmedi. Ancak “İşte Ege bu!” dedirtircesine yağan, ne demek yağan, bakraçtan boşalan yağmurun hemen ardından açan güneş insanın içini ısıttığında gayri ihtiyari mırıldanıyorsun:
“Bugün ilk defa güneşe çıkardılar beni./Ve ben ömrümde ilk defa güneşin benden bu kadar uzak/gökyüzünün bu kadar mavi/bu kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldanmadan durdum.”
***
Ocak ayında klimayı sadece arada bir çalıştırarak, katiyen paltoya ihtiyaç duymayarak, üzerindeki kazağın bile bazen fazla geldiğini hissederek yaşamak; Ege’de kış bu!
Yağan sağanaktan güle oynaya kaçarken bir kasabalının arkadaşına “kış iyice bastırdı” deyişine gülümsemek, birden yağmaya başlayan yağmur yine birden durduğunda toprağın bu kadar güzel koktuğunu fark etmek: Ege’de kış bu!
Şiddetli bir fırtınanın maestro olduğu bir senfoni icrasında dalgalar sahili hırsla döverken çıkan seste önce ritmi, sonra da besteyi yakalamak: Ege’de kış bu!
Üzerindeki rüzgârlığın yakasını kapadıktan sonra dalgaların beyaz köpük halinde karaya vurduğu alanda, güneşin altında sıcak çayını yudumlamak, fırtınanın anaforlar yarattığı denizde açık mavi ile koyu mavinin döne döne yaptığı dansı seyretmek: Ege’de kış bu!
Mahşeri yaz kalabalığının ardından, az sayıda insanın arasında asude yaşayan bir şehri kucaklamak, fırtınanın güçlü ıslığını dinleyerek uyumak: Ege’de kış bu!
***
Ege’de kış bana öğretiyor:
Bıkmadan usanmadan karayı denize dövdüren tabiat, dünyadaki tek gerçek!
Yazın insanı koynuna alan yumuşacık denizin kışın bu kadar haşinleşmesi gerçeğin ta kendisi. Dümdüz deniz de, kudurmuş deniz de aynı gerçek.
Yazın bitmesi yine bir başka gerçek! Ege kışının başlaması da!
İnsan hayatının sona ermesi de bir gerçek. Ölüm, gerçeğin doğum kadar yekpare parçası!
Yazların tekrar tekrar geri gelmesi de gerçek! Bir insan bir yerlerde ölürken birden fazla insanın bir yerlerde doğması kadar gerçek!
Adına hayat dediğimiz âlemde her şeyin devamlı değiştiğine dair bir yanılsama yaşarken, her şeyin bir helezon etrafında kendisini tekrar etmesi de gerçek!
***
Tabiatı kendi haline bırakırsanız insandan ne zerre kadar bir şey esirgiyor, ne de yapacağından zerre kadar taviz veriyor.
Tabiatın nimetlerinden sonuna dek faydalanmak ama önlenemez kararlarını, işimize gelmese bile, itidal içinde karşılamak galiba hayatla baş etmenin tek yolu!
Ege’nin kışında ölümlerden sonra yaşanan münzevi bir hayat bana bunları öğretti!
(Yurt gazetesinden alınmıştır)