Bu memlekette Atatürk'ün CHP'nin hem kurucusu, hem genel başkanı, hem de cumhurbaşkanı olması doğal karşılanır.
Bu memlekette Atatürk'ün valileri ataması, büyükelçileri tayin etmesi, seçime girecek milletvekili adayı listelerini yapması da doğal karşılanır.
Bu memlekette cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün kendini CHP'nin "değişmez genel başkanı seçtirmesi" bir yana, meclis içinden "keyfine göre" başbakan ataması da doğal karşılanır.
Paralara kendi resmini koydurmasının da bir kesim şaklaban tarafından "devletin sürekliliğini gösteriyor" diye savunulması gibi.
Evet, bu sistem bal gibi, mis gibi "adı konulmamış bir başkanlık sistemidir" aslında!
1923-1950 arası Türkiye fiilen başkanlık sistemiyle yönetilmiştir.
Doğal karşılanır.
Ama bu memlekette, Celal Bayar'ın partili cumhurbaşkanı olması rahatsızlık yaratır. Hele elinde "topuzunda DP amblemi" olan bir bastonla dolaşması nefret uyandırır.
Çünkü Celal Bayar, evet Atatürk'ün eski başbakanı olmasına eski başbakanıdır ama, Atatürkçüler'in "İsmet fraksiyonundan" değildir, ona karşıdır.
Partili cumhurbaşkanı, bürokrasinin ve ona uşaklık eden basının işine geliyorsa iyi, gelmiyorsa kötüdür. Bu basın, düpedüz partiliyi, hem de başkanını, herşeyi nalıncı keseri gibi kendine yonttuğu için "tarafsız" göstermekte de mahirdir.
Selahattin Demirtaş "tarafsız" bir başkan adayı mıdır yani şimdi?
Demirel ve Özal hayatlarında parti yüzü görmemişler miydi?
Denilmek istenen aslında şudur:
Cumhurbaşkanı ya asker olsun ya da sivil yüksek yargıç.
Yani, vesayet sürsün.
Ya bürokrat, ya onun bir kolu olan jüristokrat... (Öte yandan, Cemal Gürsel'i ve hele Fahri Korutürk'ü de "pasiflikle" suçluyorlar dı. Cevdet Sunay'ı ve Kenan Evren'i bununla suçlayamadılar, onlar fazla aktifti!) O devir geçmiştir.
Vesayet can çekişiyordu, 10 Ağustos gecesi ölecektir.
Çok kişi de Eski Türkiye'nin enkazı altında kalacaktır.
Amerikan ajanları, eh belki Langley bordrosundan emekli maaşlarını alarak kendilerini kurtarabilirler.
Aileden zengin paşa torunları, üniversiteden maaşı işleyen haybeci allame aç kalmaz, ama "esamileri" okunmayacaktır artık.
Artık hiçbir genelkurmay başkanı Çankaya'yı "bir sonraki terfi rütbesi" olarak görmeyecek, hiçbir yüksek yargıç "paçaları sıkışsa da bana gelseler" diye umut içinde beklemeyecektir.
Türkiye artık adı konulmamış başkanlık sisteminin adını koyacak ve doksan yıllık "ikiyüzlülük dönemi" sona erecektir. Doksan yıllık riyakârlık...
Hani, kılları ağarmış kart zibidilerin Gezi Parkı'nda okur gibi yaptıkları "Yüzyıllık Yalnızlık" gibi bir şey.
Edebiyat telmihi yaptık, Nâzım Hikmet'in Yakup Kadri'ye söylediğini de azıcık değiştirirsek:
Ekmeleddin, sen bu kavgada bir virgül bile değilsin!
Kılıçdaroğlu da ancak dizgi yanlışı olur.
(sabah'tan)