Malumunuz, Cumhuriyet kurulduktan sonra, ülkemizde eğitim alanında iki büyük devrim yapıldı:
- 1924 yılında, ülkedeki tüm eğitim ve öğretim kurumları tek çatı altında birleştirilerek Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı.
- 1928 yılında da batılıların “Türk rönesansı” dedikleri Harf Devrimi yasası çıkarıldı.
Bu devrimlerin temel amacı şöyle özetlenebilir:
- Daha iyi denetlenebilir bir eğitim sistemi ile çağın gerektirdiği ve ülkenin ihtiyaç duyduğu niteliklere sahip bireyler yetiştirmek,
- Bilim ve medeniyet açısından oldukça geride kalmış memleketin çıtasını, bir an önce çağdaş ülkeler seviyesine yükseltmek, o ülkelerle rekabet edebilecek bir olgunluğa eriştirmek…
İmparatorluktan “milli devlet” dönemine geçişin bir gereği olarak, Türk milli kültürünü hızla geliştirmek, onu, Arap ve Fars kültürü gibi yabancı kültürel etkilerden arındırmak bu vesileyle önemli bir görev addedilmişti.
Zamanın devlet büyükleri ve Atatürk’ün bizzat kendisi son nefesine kadar bu uğurda çok büyük çabalar sarf etti…
Okul ziyaretlerinden müfredat hazırlamaya, ders kitabı yazmaya kadar…
Bu hedeflere destek olması amacıyla Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Hava Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi çok sayıda önemli kamu kurumları kuruldu.
Eğitim ve kültür alanında imparatorluk döneminden miras kalan çok az sayıda kurum da güçlendirildi ve yenilendi.
Harp Okulları, Gülhane Askeri Tıp Akademisi, İstanbul Üniversitesi, rasathaneler, vakıflar, cemiyetler gibi kurumlar tek tek ele alındı, günün ihtiyaçlarına göre yeniden donatıldı.
Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak adına; ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite türünde, farklı şehirlerde çok sayıda yeni okul açıldı…
Öğretmen yetiştirilmesi konusu çok önemsendi… Bu konu devletin geleceği ile ilişkilendirildi…
Atatürk’ün vefatından sonra eğitim ve kültür alanındaki çabalar yine belli bir hızda devam etse de; onun dönemindeki çalışmaların heyecanı ve şevki daha bir başkaydı…
Savaş döneminde tüm halk, kazma-kürek ne bulursa mücadeleye destek vermişti.
Memleketin bir an önce ayağa kalkması adına yine tüm halkın eğitim ve kültür alanındaki yeniliklere koşulsuz destek verdiğini tarihçiler yazıyor, yaşayanlar biliyor…
Benim düşünceme göre; onuncu yıl nutkundaki coşkulu ifadeleri anlayabilmek için kesinlikle o dönemde yaşamış olmak lazım…
Sadede gelecek olursak;
- O yıllarda ne için, ne yaptığını bilen, ülkesine hizmet etmekten başka bir ülküsü bulunmayan o insanların heyecanına bugün ne oldu?
- O halkın coşkusu nereye kayboldu?
- Resmi-sivil ayrımı gözetmeden, tek bir vücudun organları gibi çalışan kurumlarımız nerede?
Atatürk ve arkadaşlarını zor şartlarda bile başarıya götüren, ama bugün bizim unuttuğumuz gerçek şudur:
- Doğru işler, doğru insanlarla yapılır.
- Doğru insan, iyi okullarda yetişir.
- İyi okullar, gönlü güzel insanlarla kurulur…
Meseleyi tersinden şöyle görmek mümkün:
- Gönlü güzel insanları kaybettikçe iyi okullar ayakta kalamaz,
- İyi okullar olmadan doğru insan yetişemez!
- Doğru insan olmadan, işler doğru yürüyemez!...
Modern çağda karşılığı “liyakat” olan, eskilerin “ehil eller” dediği şeyi yeniden devreye sokmamız lazım…
Okullarımızı iyileştirmediğimiz, gönülleri güzelleştirmediğimiz sürece “ehil ellere” yol vermek mümkün değil…
Ülkemizin şu andaki “kişi başına yıllık milli geliri” 61 bin lira…
Aya böldüğünüzde 5 bin lira…
Biz fakir, yoksul bir ülke değiliz…
Kaynaklarını doğru kullanamayan, doğru paylaştıramayan bir ülkeyiz sadece…
Bunu kim becerecek peki?
Tabi ki, iyi okullarda yetişmiş doğru insanlar!...