Aylar önce, "AK Parti için bile devleti savunmak zor iş." demiştim; yanılmışım.
Bu işte hiç de zorlanmayanlar var; özellikle de 'devlet hayatın ta kendisidir' düsturunu ilan edip hayata geçiren İçişleri Bakanı... Tek parti döneminde aynı koltuğa oturan CHP'li Recep Peker'i aratmayan İdris Naim Şahin bizi zaman tünelinde, yok hayır, korku tünelinde bir yolculuğa çıkartıyor; devletin bir balyoz gibi vatandaşın kafasına indiği günleri hatırlıyoruz sayesinde. AK Parti'nin son on yıllık icraatlarıyla unutmaya başladığımız bir devlet ve otorite anlayışını tek başına adeta hortlatıyor.
Önceki günkü konuşmasını öncelikle adalet, özgürlük, hukuk devleti ve insan odaklı siyaset gibi kavramları ciddiye alan AK Partililer dikkatle incelemeli. "Biz bu muyuz?" sorusunu kendilerine soracaklarından eminim.
İçişleri Bakanı buyuruyor; "Hayatını kaybeden insanlarımız kaçakçılık yaparken hayatlarını kaybettiler." Nedir bu 'hayat' denilen 'şey'? Kaçakçılık yaparken, yani sınırdan izinsiz geçerken kaybedilen bir şey mi? Soğuk Savaş yıllarında 'Berlin Duvarı'ndan Batı'ya geçmek isteyen herkes vurulurdu; Stasi'nin 'öldürün' emri vardı. Bizde yoktur herhalde böyle bir şey!
Dahası, insanlar Uludere'de 'kaçakçılık yaptıkları için' ölmediler; TSK'ya ait uçaklar askerî bir hedefe saldırır gibi üzerlerine bomba yağdırdıkları için hayatlarını kaybettiler. Yoksa, 'kaçakçıların üzerine askerî uçak gönderme' gibi bir devlet politikası var da bizim mi haberimiz yok?
Devam ediyor; "Hayatlarını kaybetmemiş olsalar ve onlar sağ ele geçirilmiş olsalardı, kaçakçılık suçundan yargılanıyor olacaklardı. Ama şimdi daha ağır bir sonuçla karşılaşınca o tabii ki yargılanamaz hale gelince onlar hayatlarını kaybettiği için kaçakçılık tarafı gölgede kalıyor." Öldürülen bu insanları bir de yargılayamadığı için hayıflanıyor devletimiz, iyi mi?
"34 insanımız ki çoğu yaşı küçük insanlar, gençlerimiz, bunlar, bu olayın sadece figüranlarıdır. Esas filmin büyüğüne bakmak lazım. Filmin senaristi var, filmin başoyuncuları var ve bu filmin başka benzeri versiyonları var. Orada biz figüranlara takılıp kalıyoruz." Ne diyebiliriz ki bu sözlere? Önce, öldürülen 34 vatandaşa 'figüran' diyor, aşağılıyor onları, kişiliklerini değersizleştiriyor. Sonra, 'figüranlara takılıp kalıyoruz' diye karşı atağa geçiyor Bakan. Suçsuz yere öldürülen 34 insan, çocuklar, gençler... Bunlara mı takılacağız canım, geçelim!
Geçelim, çünkü mesele başka; "O insanlara kaçak malı veren PKK terör örgütüdür. Kaçakçılığın rantını elde eden KCK terör örgütüdür." diyor Bakan Şahin. Bu ifadeden çıkan mantıksal sonuç şu: "Bölgede kaçakçılık yapan insanları savaş uçaklarımızla vururuz, çünkü kaçakçılığın rantını KCK'ya yedirmeyiz."
O zaman şu sonuca varabilir miyiz? "Uludere'de 34 insan yanlışlıkla vurulmadılar; kaçakçı oldukları için, kaçakçılıkla da KCK'ya rant sağladıkları için bile bile vuruldular." Uludere olayında böyle bir mantığın (en azından şimdi, olaydan sonra savunma amaçlı) işlediğini gösteren bakanın konuşmasının can alıcı yeri; "Filmin bütününe bakıldığında özür dilenecek bir yanı yoktur". Tabii, neden özür dilensin ki? Ortada ne bir yanlış, ne da hata var! 'Samimiyetle işlerini yapan' kişileri kutlamak gerek böyle bir durumda. Zaten bu yapılmadı mı?
Ayrıca bakanın bu film merakı nereden çıktı, bilen var mı? Bütün konuşmada bir filmdir, senaryodur, başroldür, figürandır gidiyor... Yahu ortada film falan yok; gerçek hayatta öldürülen 34 vatandaş var. Hani 'insan odaklı siyaset' deniyordu ya, işten bu sözle murad edilen 'insan'lardan '34 tanesi'...
Daha söylenecek çok söz var, ama anlayana bu da yeter. Türkiye son on yılda hiç bu seviyeyi görmemişti. Vatandaşa, onun hayatına bu kadar yukardan bakan, onu bu kadar metalaştıran bir yaklaşım... Onca yapılanın ardından ne AK Parti, ne de Türkiye hak ediyor bunu. AK Parti devletinin Kemalist devletten bir farkı olmayacak mıydı?
(Zaman gazetesinden alınmıştır)