İç siyasete yoğunlaşmamız yüzünden çok önemli bir konuyu üstünkörü geçiştiriyoruz.
Rumların 4 Rum’a bir Türk olacak şekilde hayata koymaya çalıştıkları, bizimkilerin “sayıda anlaştık” diyerek halel getirmedikleri anlaşmanın Kıbrıs Türkünü azınlık statüsüne sokma gayretinden başka bir şey olmadığını ve hatta Rumların bu ülküyü gizleme gereği de duymadıklarını bir kez daha yineleyelim.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide, “Benim düşünceme göre, görüşmelerin bu turunda, çok önemli kazanımlardan bir tanesi de her iki tarafın bunu benimsemesi ve bunu gerçek bir Avrupalı çözüm yapmanın öneminin altını güçlü bir şekilde çizmeleridir. Bu, her iki taraf için de iyi oldu çünkü çoğunluk olmayan grubu (toplumu) koruyan Avrupa’nın prensipler kümesinin ve değerlerinin bir çok yönü bulunmaktaydı…” diyor. (26 Mart 2016 tarihli Cyprus Mail)
Eide, burada parmağının arkasına saklanmadan, “Azınlıkları koruyan Avrupa’nın prensiplerinin ve değerlerinin çok yönlü olduğundan” söz ediyor.
Ortada 4 Rum’a 1 Türk matematiği varsa “Çoğunluk olmayan grup”un kim olduğu çok açık.
Zaten bunu 4’te bir oranındaki ısrardan anlamak mümkün. İngiltere, Kanada, Avustralya, Türkiye gibi ülkelerde yaşamlarını sürdüren 600 bini aşkın Kıbrıslı Türk olmasına rağmen Türk nüfusunu ısrarla 220 binde sabitlemek, Kıbrıslı Türkleri azınlık konumuna getirerek, adayı Helenleştirme düşüncesinden başka bir şey değil.
Yurt Dışı Kıbrıslı Türkler Birliği Platformu Genel Koordinatörü Osman Kasapoğlu, bu konuda geçtiğimiz yıl yaptığı açıklamada, yurt dışına göç eden Kıbrıslı Türklerin sayısının 1917 yılından bu yana yaklaşık 600 bin civarında olduğunu söylemişti. Kasapoğlu’na göre Ülke dağılımına bakıldığı zaman en fazla göç edilen ülkeler arasında ilk sırada 320 bin kişi ile Birleşik Krallık, ikinci sırada 250 bin kişi ile Türkiye, üçüncü sırada ise 50 bin kişi ile Almanya geliyor. Yurt dışına göç eden ve orada nesiller geliştiren Kıbrıslı Türklerin sayısı toplamda 645 bin olarak tahmin ediliyor.
Bu gerçeği bilen Rumlar, adada-kafalarınca oluşturacakları- demografik yapının bozulmaması için de dışarıdan gelecek her Kıbrıslı Türk’e karşı, bir Yunan getireceğini söylüyor.
Yazık ki Eide’nin ağzından çıkanlara göre, bu adada var olma yolunda sayısız şehit veren ve nihayet bu savaşını bir Cumhuriyetle taçlandıran Kıbrıs Türkü, “Eşit siyasi haklara sahip, oluşacak ortak devletin neşet edeceği iki halktan bir tanesi” olma hevesiyle oturduğu masadan azınlık olarak kalkmaya hazırlanıyor.
Rumların Enosis hayallerinin hala devam ettiğini söylememe gerek yok, onlar her fırsatta göğüslerini gere gere bunu dile getiriyor da acı olan bizdeki bazı kişilerin hala daha bunları “münferit olaylar” olarak nitelendirmesi. Oysa değişen bir şey yok, ülkü aynı ülkü, Rum aynı Rum. Hatta şimdi yanlarına birkaç da kahya aldılar, oturmuş, Türkiye’nin anlaşmayla edindiği garantörlük haklarını tartışıyorlar, “AB azınlıkların hakkını garantiye alır” diyerek…
Daha önceki yazılarımda dile getirmiştim, yine yazayım; Makarios’un adayı Helenleştirme planı dahiceydi. Ekonomik olarak boğazlarına çöktükleri ve ticari yaşamda hiçbir adım atmalarına izin vermedikleri Kıbrıslı Türkleri göçe zorlayacaklardı.
Bu göç zoraki değil, istekli bir göç olacaktı. Adadaki yaşam koşulları, can korkusu ve geleceği görememe hali Makarios’a bir taşla iki kuş vurdurdu. Yurtdışında eğitim alacak ya da çalışmaya gidecek kişilere burs, harçlık veren Makarios’un tek şartı vardı: Geri gelmeyeceksiniz! Birçokları “Makarios’un yaptığını babam yapmadı” diyerek atladı bu plana. O dönem bir Rum’un pasaportu üç ayda çıkarken, Kıbrıslı Türklere bir günde pasaport verildi. Amaç gençleri yurtdışına gönderip, bir nesil sonra-yaşlıların ölmesinden sonra- adanın tamamen Rumlara kalmasıydı. Dedik ya, plan şahaneydi. Ve başarıya ulaşmaması için hiçbir neden yoktu ki Yunanistan aceleci davranıp darbe yapmasaydı… (Tüm bu bilgiler, o günleri bizzat yaşamış kişilerin anlatımıdır.)
Neticede Makarios’un ve Yunanistan’ın planı ayaklarına dolandı, 1974 Barış Harekatı oldu, Kıbrıslı Türkler can korkusu olmadan, kendi bayrakları, kendi yönetimleri altında varlıklarını sürdürmeye başladı. Ömründe görmediği bir refahla hem de. Durum böyleyken ve yaşananlar, yaşanacakların teminatıyken “nasıl olursa olsun, yeter ki anlaşma olsun” düşüncesindeki kişilere bir şey sormak isterim; Tarihte, devlet verip azınlık olan tek halk olacağınızı biliyor musunuz?