Her bilimsel disiplin, her teorik yaklaşım, devleti kendi gözlüklerinden görür ve kendi dilinden anlatır.
Devletin monolitik, yani tek sesli bir yapı olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Devletin bütüncül bir yapıda olmadığı ve devlet içinde devletçiklerin varlığı konusu dünyanın hemen her yerinde sorgulanan bir durumdur. Zaman zaman dünya gündemini de sarsacak biçimde ortaya çıkan siyasi skandalların temelinde çoğunlukla devletin kendi unsurlarının birbirleriyle mücadelesi yatar. Özellikle eli silah tutan asker, polis, istihbarat gibi kurumların diğer bürokratik mekanizmalar ve karar alma mercileriyle ilişkisi bu tür spekülasyonlara gebedir. ABD, İtalya, İngiltere gibi demokratik standartlara maksimum uyum sağlayan ülkelerde bile bu tür mücadelelerin en sertlerinin yaşandığı gözlenebilir.
Son günlerde Türkiye\'de yaşanan MİT\'e dair tartışmaların bir boyutu da bu kapsamdadır. Özne olarak MİT\'in seçildiği ama onun üzerinden polisin, yargının, hukuki mevzuatların, yürütme gücünün tartışıldığı bu konuyu kısaca değerlendirelim.
1- Cumhuriyet savcıları ile MİT yöneticileri arasındaki uzlaşmazlık, hiçbir siyasi değerlendirme yapılmadan ele alındığında bir misyon ve hukuki anlayış çatışmasıdır. Yargı, illegal örgüte mensup olan, onunla ilişki kuran devlet görevlilerini görevi kötüye kullanmak ve terör örgütüne destek olmaktan sorgulama eğilimindedir. Buna karşın MİT\'in görevi illegal yapılara sızmaktır ve ajanları eğer o örgüte mensup birileri gibi davranmazsa, kendilerinden beklenen görevleri yapamazlar. Bu nedenle örgüt içinde MİT personelinin bulunması şaşırtıcı olmadığı gibi, suç değil, görevdir. Üstelik MİT bir karar organı değil, uygulama merciidir. Örgütle nasıl mücadele edileceğinin ana hatları siyaset kurumları tarafından belirlenir. Bu mekanizmanın en tepesinde de başbakan bulunur. Nitekim Başbakan Erdoğan, Oslo görüşmelerinin sızdırılmasının ardından sorumluluğu üstlenmiş ve hükümet olarak değil ama devlet olarak PKK ile görüşüldüğünü açıklamıştır. MİT mensuplarının kendilerine verilen görevleri ifa ederken suçlu statüsünde değerlendirilmeleri devlet içerisindeki diyalog kopukluğunun göstergesidir.
2-MİT müsteşarının sorgulanmasının başbakanın iznine bağlı olup olmadığı konusu hukuki sorunları iyice açığa çıkartmaktadır. Savcılık eline geçen belgeler çerçevesinde kanunu yorumlamakta ve bu yorumla müsteşar da dahil sürece dahil olanları sorgulamak istemektedir. Ben bu konuda \'özel kanunun genel kanunu ilga etmesi gerektiğini\', yani özel olarak MİT görevlilerine tanınan ayrıcalıkların ön plana alınması zorunluluğunun daha güçlü bir sav olduğunu düşünüyorum. Nitekim başbakanın izin vermemesi dolayısıyla ifade alınması göründüğü kadarıyla mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, bu konu Hakan Fidan\'ı aşan, kurumdaki herkesi kapsayan sonuçlar yaratacaktır. MİT mensuplarının bu süreçte sorgulanmasının önünün açılması istihbarat faaliyetini neredeyse imkansız hale getirebilir. Bu tür kurumların denetimlerini kendi içlerinde sağlamaları çok önemlidir. İstihbarat faaliyetlerinin gizlilik prensibi gereği, soruşturma aşamasında da diğer kurumlardan farklı değerlendirilmesi tabiidir.
3-MİT üzerinde son dönemlerde yapılan spekülasyonların amacını belirlemek önemlidir. Konu sadece \'Hakan Fidana\'a mı yöneliktir yoksa genel olarak istihbarat teşkilatının etkin gücünü kırmak mı amaçlanmaktadır\' buradan bakarak anlamak mümkün değil. Ancak Uludere hadisesi devletin Kürt meselesine yönelik takındığı askeri tavrın belini kırma işlevindedir. Bugün eğer konu Oslo görüşmeleriyle ilgili ise, devletin sivil inisiyatifinin de belini kırmak hedefi güdüldüğü söylenebilir. Şimdi sıradakinin diplomatik bacak olduğu ve özellikle Türkiye ile K. Irak arasındaki münasebetlerde bir sorun yaşanmasının mümkün olduğu söylenebilir.
(AKŞAM)