Dersim'in şifreleri



İlk bakışta mesele CHP'nin iç disiplin sorunuymuş gibi algılandı. Yanlış. Günlerdir süren Dersim tartışmaları gösteriyor ki, aslında kökü çok daha derinlerde olan bir konuyu tartışıyoruz. Geçmişle yüzleşmek kolay olmuyor bu ülkede. Sebepleri üzerinde durmak gerekiyor.

CHP milletvekili Hüseyin Aygün, sıradan bir partili değil; öncelikle bunun bilinmesi şart. O, Dersim'le ilgili önemli bir esere imza atmış, dürüst bir araştırmacı. "Dersim 1938 ve Zorunlu İskân" adlı eseri, bilimsel bir özellik taşıyor. Yani, Dersim olaylarını gayet yakından incelemiş bir milletvekiliyle karşı karşıyayız. Tunceli milletvekili olan Aygün, ezbere konuşmuyor, araştırmaları sonucu elde ettiği bilgi ve belgelere dayanarak önemli bir çıkış yapıyor. Bazılarının rahatsız olması, kaçınılmaz bir gelişme. Ne diyordu röportajında Aygün: "Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Atatürk de bu olaydan haberdardır." Bazı CHP milletvekilleri, bu cümlelere isyan ediyor. Parti yönetimini "sessiz kalmak"la suçluyor. Aslında bu talebi, CHP liderinin akrabası olan Aygün'ü bir şekilde "sustur/cezalandır" diye de okumak mümkün. Niçin?

Kamera karşısına topluca çıkıp Aygün'e fatura çıkarılmasını parti yönetiminden talep eden kişilerin meseleye bu kadar sert ve haşin yaklaşmasının sırrı açık: Dersim tartışmasının Atatürk'e zarar vereceğini düşünüyorlar. Atatürk'e zarar gelir kaygısıyla o gün yaşananları örtbas etmek, gerçekle yüz yüze gelmekten kaçmak anlamına gelmiyor mu?

Bir kere şu gerçeğin altını çizmek şart: Devlet tarafından gerçekleştirilen bir katliam, aradan geçen 70 küsur seneye rağmen unutulmuyor. Unutulamaz da! Hiçbir gerekçe, devletin milleti yok etmesini meşru hale getiremez. İkincisi, o gün yaşanan olayları o günlerin siyasi ve sosyal gerçekliği eşliğinde çözümlemek; sonra eleştiriler yapmak gerekiyor. O gün devlet eliyle yapılan bir hatayı "Atatürk diktatördü"ye indirgemek ya da "Sen şimdi Atatürk'e diktatör mü diyorsun?" şekline sokmak, bugünün kültür ve algısıyla düne gidip ahkâm kesmek demektir. Önemli olan, gerçeğin kendisine ulaşmaktır. Hata hatadır; onu aklamak da saklamak da mümkün değil. Hatanın dürüstçe ortaya konulması o günkü kişi ya da kurumları yok etmez.

Devletin benzer yanlışları yapmaması açısından, Dersim gibi konuların tartışılmasında fayda var. Ne var ki; bizde bu tip konular ya korumacılık mantığıyla hasıraltı edilmek isteniyor ya da günlük siyasete feda ediliyor. Oysa çok vahim bir hadise ile karşı karşıyayız. Dördüncü Umum Müfettişlik raporuna göre olaylarda 13 bin 160 kişi öldürüldü. 11 bin 818 kişi sürgün edildi. O günkü Türkiye'nin ve Dersim'in nüfusu hesap edildiğinde karşımıza korkunç bir manzara çıkıyor.

Acı gerçek şu ki maalesef bizde devlet mekanizmasını elinde tutanlar, bazı dönemlerde bazı kitleleri tehdit olarak algılamış ve onların "kökünü kurutmak" gibi bir görev üstlenmiştir. Tehlikeli bulunan kitleler içine çok defa sızmalar yapılmış, provokatörler ve heyecanına mağlup düşen saf insanlar sayesinde belli bir atmosfer oluşturulmuş; akabinde kıvamın yakalandığı ve sert müdahale hakkının doğduğu kanaatine varılmıştır. Aleviler, Kürtler, dindarlar, sağcılar, solcular, gayrimüslimler... Kimin boynuna "kökünü kazımak lazım" yaftası asılmışsa, o kitle üzerinde baskılar oluşturulmuştur...

Muhalif CHP milletvekilleri hop oturup hop kalkıyor. Ne desin CHP yönetimi? "Evet 70 küsur yıl önceki katliamda bizim de hatamız var" dese ve bazı gerçekleri itiraf etse şimdi kelle isteyen CHP vekilleri daha mı mutlu olacak? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumunu anlamak için de gayret sarf etmek gerekiyor. O da bir Tuncelili; tarihî gerçekleri gayet iyi biliyor. Kemal Bey'in eşi daha yakınlarda bir gazetecinin, "Kemal Bey'in babası 1938'den sonra sürgün edilmiş" hatırlatması üzerine şöyle diyor: "Evet. Halası aileden 40 kişiyle beraber götürülmüş. Derin izler bırakıyor tabii. Öfkeleniyorsunuz." Gazeteci soruyor: "Öldürüldüler mi?" Kemal Bey'in eşi "Evet" diyor. Röportaja göre bu sözleri söylediğinde Selvi Hanım'ın gözleri doluyor. Nasıl dolmasın ki!

Kemal Bey'in işi zor. Bir yandan içinde taşıdığı "derin izler" bu katliama sessiz kalmasını imkânsız hale getiriyor. Öteki taraftan bir grup CHP'li, meselenin konuşulmasından fevkalade rahatsız ve konu her açıldığında Atatürk'ü bir zırh gibi kullanmak istiyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de CHP lideri "Sen de Tuncelili değil misin? Konuşsana!" şeklinde özetlenebilecek bir baskı altına alınmış durumda. Aslında mevzu bu noktaya sıkıştırılmamalı; çünkü mesele sadece Dersim değil. Acı gerçeği kabullenelim ki; bu ülkede yaşayan bütün kitleler, maalesef kendi devletlerinin bir kısım yanlış uygulamalarına maruz kalarak mağduriyet yaşadı. Kendini devletin gerçek sahibi gören statüko, hemen herkesi tedip etmeyi âdet edindi. Hatta bu kaba saba tutumu vatanseverlik sandı. Esas önemli olan, devlet denilen aygıtın o karanlık yüzüyle hesaplaşmak ve o çehreyi gün yüzüne çıkararak şeffaf bir yapıyı bina etmek.

Çok mesafe alındı. Toplum da değişti, devlet de; ancak "eski Türkiye"nin kasvetli gölgesi hâlâ üzerimizde. En son muhtıra, çok değil, 4 sene önce verildi. Son "eylem planları" üzerinden birkaç sene bile geçmedi. Türkiye, geçmişini sorgulamak zorunda. Bunu yaparken meseleye intikam duygusuyla yaklaşmak yeni bir zulmün habercisidir. Geçmişi tartışmanın tek bir kazancı olmalı: Bu ülkede yaşayan herkes ama herkes birinci sınıf vatandaş haline gelmelidir. Bu maksada matuf bir hesaplaşma olmazsa, ne demokrasimiz gelişir ne de geçmişten ders çıkarılır. Boşu boşuna nefes tüketmiş oluruz; o kadar!

Boşuna uğraşmayın, buradan bir 'kahraman' çıkmaz

"MİT'in karakutusu" olarak bilinen Kaşif Kozinoğlu, şüpheli bir şekilde ansızın ölüverdi. Yaşasaydı mahkeme karşısında, o gizli bağlantılarını çapraz sorgular eşliğinde anlatmak zorunda kalacaktı. Öldü mü, öldürüldü mü; bilemiyoruz. Ani ölüm sonrasında bazı çevreler Kozinoğlu'nu nerdeyse kahraman ilan edecek. Oysa karıştığı kirli işlerin sadece bir bölümü kuşkulara sebep olacak kadar açık. Mesela mafya babası diye bilinen Alaattin Çakıcı için yüksek yargıdan bazı kişilere ulaşıp devreye girmesi ve adının o meşhur rüşvet skandalına karışması gazetelere yansımıştı. O davadan ceza aldığını bazı meslektaşlarımız unutmuş galiba. OdaTV davasındaki ithamlar da öyle yenilir yutulur cinsten değil. Keşke yaşasa ve o suçlamalara tek tek cevap verseydi...

Bir istihbarat elemanı olarak Özbekis-tan'da, Afganistan'da, Rusya'da vs. bir kısım operasyonlara adı karışmıştı. Ne ilginçtir ki varlığını ajan faaliyetlerine borçlu olan bir gazete, Kozinoğlu'nun el yazısıyla yazdığı iddia edilen bir kısım notları yayınladı. Korkunç! Adamın muhbirliği bile bu kadar çapsızsa gerisini siz düşünün. Hiçbir somut delil olmaksızın Türk okullarının idarecilerine Amerikan ajanı demek iftira değildir de nedir? Sonra kalkıp aynı kişileri Rusya ajanıymış gibi göstermek nasıl bir IQ düşüklüğüdür!

Ölünün arkasından konuşmayalım; eyvallah. Lâkin "badem gözlü", "sırma saçlı" diye bahsettiğiniz adamın karanlık ilişkiler içinde olduğu iddialarını ve kanun karşısında hesap vermek zorunda bulunduğunu da unutmayalım. Öldürülmüşse belli ki; adamın "gizli tanık" olmasından, "itiraflarda" bulunmasından korkanlar öldürmüştür. Her neyse. İddianame orada. Dava boyunca Kozinoğlu'nu daha yakından tanıyacak, Kozinoğlu kimdir daha net bir fotoğraf göreceğiz.

PANORAMA

Hasip Kaplan diye bir BDP milletvekili Meclis çatısı altında Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında çok çirkin laflar etmiş. Ettiği laflar akla ziyan, terbiye sınırlarının dışına taşan şeyler. İtiraz etmenin ve muhalefet yapmanın belli bir çıtası olmalı. Hele milletvekili isen o çıtaya daha da dikkat edeceksin. İnsanların saygı duyduğu bir kişiye sen saygı duymasan bile hakaret edemezsin. BDP'nin içinde hiç mi akıllı, insaflı adam yok ki çıkıp demiyor: "Hasip! İnsanlıktan hiç mi almadın nasip?"

Şike ile ilgili yasada değişiklik yapılacakmış. Bütün partiler bu konuda ittifak yapmış. Olabilir. Yasada yanlışlar varsa düzeltilmeli. Ancak ortada spor tarihimizin en somut şike soruşturması devam ederken hatta davanın en kritik safhasına gelinmişken kanun değiştirilirse bu, yıllar boyu sürecek bir tartışmanın başlangıcı olmaz mı? Bundan en çok sanıklar zarar görmez mi? Bin kere düşünmek, bir kere yasa yapmak gerekiyor. Değişiklik yapılacaksa on bin kere düşünmek şart; yoksa başlayan yeni tartışma herkese zarar verecektir.

Ergenekon, Balyoz, internet andıcı ve son olarak KCK gibi davalarda bazı kesimlere zanlı tipi beğendirmek mümkün olmuyor. Saygın buldukları profesörlerin, yazarların, işadamlarının, generallerin yargılanmaması; ille de yargılanacaksa mutlaka tutuksuz yargılanması gerektiğini düşünüyorlar. Yani "saygın" bir unvanı yoksa adam yatsın; değilse dokunulmasın diyorlar. İnternet andıcı davası sanığı Tümgeneral Mustafa Bakıcı yurtdışına kaçmış. Şimdi ara ki bulasın bu "saygın" generali!

Almanya'daki Neo-Nazi örgütünü yakından takip etmek şart. Yıllardır onca cinayeti işleyip, her tarafı ateşe verip yakalanamayan şüphelilerle Almanya'daki güvenlik birimlerinin irtibatı ortaya çıkmaya başladı. "Almanya'nın Susurluk'u" her geçen gün bazı gerçeklerin anlaşılmasını sağlıyor. Demek ki derin devlet sadece bizde operasyon yapmıyormuş. Umarım bir gün o derin yapı ile PKK ilişkisi de ortaya çıkar. Gerçekleri daha net görürüz o zaman.