Statükocuların, Ergenekoncuların, AB karşıtlarının Denktaş\'a olan sempati ve ilgisini bugün daha iyi anlayabiliyorum.
Rauf Denktaş’ın yaşamını yitirmesinin ardından söylenen ve yazılanlara bakıyorum. Şaşırsam mı, normal mi karşılasam karar veremiyorum.
Türkiye’nin AB sürecinden rahatsız olan kesimlerin, Kıbrıs’ta çözümsüzlük yanlılarının tepkilerini anlayabiliyorum. Türkiye’nin AB üyeliğinin engellenmesini isteyenler, son bir umutla Kıbrıs’ta çözümsüzlüğe sarılmışlardı.
TSK’nın o dönemdeki komutanlarının ve Mümtaz Soysal, Şükrü Sina Gürel gibi isimlerin desteğiyle Kıbrıs üzerinden hazırlanan oyunun adı “çözümsüzlük”tü. Bu oyunun “flaş ismi” ise Rauf Denktaş’tı. İstediklerini elde ettiler. Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkleri dışında bırakarak Avrupa Birliği üyesi oldu. Kısacası, Denktaş’ın bölünme üzerine kurduğu denklem hedefe ulaştı. 1950’lerde “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” diye başlayan ve “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganlarıyla devam eden oyunların arkasında Özel Harp Dairesi vardı. Özel Harp Dairesi’nin Türkiye’nin içlerine yönelik bir çok eylem hazırlığı da Kıbrıs’ta yapılmıştı. Kıbrıs, bir Kontgerilla üssü gibiydi. 6-7 Eylül saldırılarının bir “özel harp oyunu” olduğu sonradan yapılan itiraflarla netleşti. Rauf Denktaş’ın nasıl yönetime getirildiğini Kıbrıs konusunun askeri aktörlerinden Özel Harp Dairesi Başkanı emekli orgeneral Kemal Yamak ‘Gölgede Kalan İzler ve Söyleşiler’ adlı kitabında anlatır. Yamak, o dönemdeki Kıbrıs Türk Cemaati Başkanı Fazıl Küçük’ün tehdit edilerek saf dışı bırakılışını ve yerine Denktaş’ın getirilişini şüpheye yer bırakmayan bir netlik içinde ortaya koymuştur.
KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, yıllar önce Cumhurbaşkanı adayı olarak Denktaş’ın karşısına çıkmaya kalkıştığında başına gelenleri hatırlıyor musunuz? Çevresini (kendi itirafıyla) MİT ajanları sarmış, Ankara’ya çağrılıp uyarılmış, adaylıktan vazgeçmesi sağlanmıştı. Özel Harp Dairesi kurucularından emekli albay İsmail Tansu, anılarında, Kıbrıs’ta yürüttükleri özel harbi heyecanla anlatır. Rauf Denktaş’ın Kıbrıs’ı bölme ve yarısını Türkiye’ye bağlama yönündeki girişimler için en uygun eleman olduğunu belirtir. Onu Ankara’da Özel Harp Dairesi karagâhında eğitirler. Bu eğitim sırasında, silah talimi yaparken Denktaş’ın çekilmiş bir fotoğrafını da İsmail Tansu ‘Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu’ başlıklı kitabının 104 sayfasında yayımlamıştı.
Kıbrıslı akademisyen Tözer Karafistan’ın “Cumhuriyet” başlıklı araştırma kitabında, Kıbrıslı bir muhalif gazetecinin ve Kıbrıslı bir muhalif parti liderinin başına gelen korkunç olaylar anlatılıyor: Cumhuriyet, 16 Ağustos 1960-23 Nisan 1962 tarihleri arasında Kıbrıs’ta yayımlanan ve iki toplum arasında barışçı çözümü savunan ve iki taraflı provokatörleri teşhir etmeye çalışan bir gazetedir. O günlerde, camilerin bombalanması, muhaliflere yönelik suikastler gibi (bugün Ergenekon davasındaki örneklerinde gördüğümüz türden) provokasyonlar birer birer sahneye konulur. Önde gelen barış yanlısı Türk siyasetçiler öldürülür. Amaç ortak bir çözümü engellemek ve iki toplumu birbirine düşman etmektir.
Cumhuriyet gazetesi, Kıbrıs Türk Halk Partisi bu gergin ortamın arkasındaki tezgâha dikkat çeken yayınlar ve açıklamalar yaparlar. Muhalif seslerin susturulmasına yönelik yayın yapan gazetelerden birisi de Denktaş’ın Nacak gazetesidir. Bir gece yarısı Cumhuriyet gazetesi sahibi avukat Ayhan Hikmet ve Kıbrıs Türk Halk Partisi Gelen Sekreteri Ahmet Gürkan, eşlerinin yanı başında maskeli kişiler tarafından öldürülürler.
İki toplumun bir arada yaşamasını savunan etkili bir siyasi güç, bu şekilde bertaraf edilmiştir. Gazete ve parti kapanmış, birçok insan can korkusuyla Kıbrıs’tan kaçmak zorunda kalmıştır. İkisi de avukat olan bu iki aydının “Rum yanlısı” olduğu, Türkiye’de yayımlanan gazetelerde dile getirilir. Kıbrıs’taki faili meçhul cinayetler, 90’lara kadar hep sürdü… Kıbrıs’ı bir “Özel Harp karargâhı” olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’nin dünyadan soyutlanmasında Kıbrıs’taki çözümsüzlük önemli bir rol oynadı ve hâlâ da oynamaya devam ediyor. Rauf Denktaş’ın, Kıbrıs’ı bu hale getiren süreçteki yerinin seçkinliği, şüphe götürmeyecek şekilde açık.
Demokrasi kavramına alerji duyanların, Türkiye’yi içine kapanık ve etkisiz bir ülkeye dönüştürmekten yana olanların, statükocuların, Ergenekoncuların, AB karşıtlarının Denktaş’a olan sempati ve ilgisini bugün daha iyi anlayabiliyorum.
Gerisini anlamakta ise zorluk çekiyorum.