‘Deli haberci’nin Erol Öskasnak’la yaşadığı inanılmaz olay...



Sakladığımdan, gizlediğimden değil...

Gözaltılar, tutuklamalar, tedirginliklerle dolu günlerde, kimsenin üzerinde fazladan “gölge etmek, kimseleri daha fazla huzursuz etmek” istemiyorum...

Günü gelir anlatırım, şimdi insanları “zor günlerinde başka ağırlıklarla meşgul etmeyeyim” istiyorum...

Ancak bu dönem televizyonlarda “anı ve olay anlatıyoruz” diye ortaya çıkan ve kendini saklamak uğruna acayip iddialar atan insanlar var...

Bunlarla zamanı geldiğinde elbette mahkemelerde hesaplaşacağız...

Fakat o sonraki mesele...

Dün İlnur Çevik isimli bir arkadaş, bir programa bağlanıp, 28 Şubat’ta, kim olduğunu bilmediğim birilerinin “o günlerde televizyonlardaki anchormanlar bizim etkimiz altında” dediğini söylemiş...

Bunu duymasam, şimdi anlatacağım olayı da anlatmazdım fakat, dün gözaltına alınan Erol Özkasnak üzerinde ek bir baskı yaratmayacağını düşünerek, anlatayım bu anekdotu, çünkü yeri geldi...

Hem heyecanlı hem de renkli bir anekdot...

Belki bugünlerde yaşanan ağır ortamı da bir parça yumuşatır...



Beşiktaş’ın futbolcusu Oktay Derelioğlu askerlik görevini yapıyordu...

Geçmiş zaman, tam hatırlamıyorum fakat, eşinden dolayı takım arkadaşı Serdar’la birlikte gazetelerde günlerdir manşetlerden verilen sansasyonel bir haberin ortasında kalmıştı...

Askerlik görevini yapıyordu ve sanıyorum bir milli maç için kampa katılmıştı...

Herkes Oktay Derelioğlu’yla röportaj yapmaya çalışıyordu ve izin alınmasının tek yolu komutanlıktı...

Çünkü Oktay askerdi...

Hayatımda Erol Özkasnak veya 28 Şubat’ın başka muktedir bir komutanıyla kurduğum tek haber ilişkisi o gün olacaktı ve sonu inanılmaz olaylara gebe büyük bir macera halini alacaktı...



Haber merkezinde herkes bana bastırmaktaydı...

- “Abi ne olur ara şu komutanları... Oktay Derelioğlu kabul ediyor canlı yayına çıkmayı... Yalnız ‘vatani görevimi yapıyorum, komutanların izni olmadan gelemem’ diyor... Şu işi kotaralım ne olur abi...”

Her gün onlara haberi mutlaka getireceksiniz diye cehennem azabı yaşattığımdan, onlar da hin hin ‘abi sen halledersin’ diye bana cehennem azabı yaşatıyorlardı...

Çaresiz karar mercii komutan olarak Erol Özkasnak’ı aradım...

- “Paşam” dedim, “Sizde askerlik görevi yapan Oktay Derelioğlu maç için kampta bulunuyor... Konuşabilmesi için sizin izniniz gerekiyormuş vatani görevini yaptığından... Acaba izin verseniz de kısacak canlı yayına alsak kendisini...”

- “Mümkün değil” dedi, “Kanal D istedi, onlara çıkacak...”

Telefonu kapatıp, koskoca haber merkezinin karşısında rezil olmam demek karizmayı çizdirmem demek olduğunun farkına varmamam mümkün değildi..

Ne yapacaktım, hızlı düşünüp, çabuk konuşmam gerekiyordu...

Hemen bir pratik formül geliştirdim...

- “Tamam” dedim, “Bizim haber bülteni saat 19.30’da başlıyor... Kanal D’ninki 20’de... Onlara çıksın elbette... Bize bir beş dakika katılsın... Biz onların bültenine gönderelim Oktay’ı... Onların bülteni başladığında, orada olur Oktay... “



Dalgınlığına geldi “Peki beş dakika size çıksın, oradan gider randevusuna” dedi...

Hiç uzatmadan, üstelemeden hemen teşekkür edip kapattım telefonu...

Biliyordum ki, rakip kanal bunu duyarsa, ortalık ayağa kalkacak ve Oktay bize gelemeden, oraya uçacak...

Arkadaşları uyardım, “Oktay sakın kimselere bir şey söylemesin... Bize beş on dakika katılacak... Sonra gidecek randevusuna...”

Birazdan arıza çıkacağını biliyorum, fakat haber bu, yayını yapacağım, yapacak bir şeyim yok...

Bizim haber stüdyosu o sırada yerin iki kat altında...

Cep telefonları çekmiyor...

Oktay geldi, hemen stüdyoya indirdik...

Ben de stüdyoya indim...

Beş dakika içinde haber müdürleri, sekreterler, muhabirler teker teker arkamdan gelmeye başladılar:

- “Abi Erol Özkasnak’ın bürosundan arıyorlar... Oktay Derelioğlu’nu hemen diğer televizyona göndermemiz gerekiyormuş...”

- “Büroya söyleyin... Altyazı geçtik bir kere, tanıtım yaptık, bize çıkmazsa rezil oluruz... Beş dakikada göndereceğiz merak etmesinler...”

Söylüyorlar ama what fayda, bir süre sonra yeniden geliyor haber müdürleri karşıma....

- “Abi yayına falan çıkarmadan hemen göndermemiz gerekiyormuş... Kesin talimatmış!..”

Talimat!..

Elhak, bu talimatı verme hakkı var, çünkü karşımdaki kişi vatani görevini yapmakta olan bir er...

Fakat ben de haberciyim...

Ne yapabilirim talimatı?..

Duymamış olabilirim...

- “Makyajda ‘konuşamadık’ deyin hemen” diyorum...

Sadece iki dakika kazansam kurtaracağım, yayın başlayacak...

Ter içinde kalmışım...

Son dakikada haber müdürlerimden biri girdi stüdyoya...

- “Abi ‘Paşa bizzat sizinle konuşmak istiyor ve Oktay’ın hemen orayı terk etmesini istiyor’ deyiveriyor...”



Yapacak bir şey yok...

Artık her şey sona ermiş...

Sözün bittiği yerdeyiz...

Ne ki bana göre “halen haberciliğin bitmediği yerdeyiz...”

Habercilikteki son bombamı orada patlatıyorum:

- “Stüdyoda telefon çekmiyor... Yayın biter bitmez sizi arayacak, deyiverin diyorum...”

Bu öyle bir söz ki bir daha kendisiyle konuşamayacağım aşikardır...

Bana nasıl gönül koyacağı da meçhul...

Fakat ne ki yapacak bir şeyim yok...

Ben haberciyim...

28 Şubat döneminde dönemin muktedirleriyle yaptığım tek “özel haber” konuşması, vatani görevini yapan Oktay Derelioğlu’nu canlı yayına çıkartacak izni alabilmek için oluyor...

O izni yanlışlıkla verir gibi oluyor, sonra diğer kanalın uyarılarıyla “Oktay’ı hemen gönderin” demesine rağmen, göndermiyor ve bir daha kendisiyle hiç görüşmüyorum...

Bugün dönüp baktığımda bu olaya; “Ben buyum, ne yapabilirim ki...” diyorum...

“Habercilik benim genimdi... Böyle işlenmiş, bir şey yapamam ki...”

Beni tanıyanlar, elbette bütün Türkiye benim böylesine “deli bir haberci” olduğumu biliyor...

Haberden başka hiçbir şeyle ilgisi olamayan bir “deli haberci...”

Gelelim İlnur kardeşe...

Sevgili İlnur, benimle 30 yıl önce Berlin’de gazetecilik okuyan kız kardeşinin de çok iyi bildiği gibi benim “deli habercilik dışında hiçbir şeyle ilgim olmadı, olmaz...” Bu da Türkiye’nin malumu...

Senin için aynı şeyler söylenebilir mi bilmiyorum?..

“Habercilikten ve gazetecilikten başka hiçbir uğraş alanı bulunmamaktadır” denilebilir mi, kestiremiyorum?..

Ben istersen senin gibi davranmayayım ve bir şey ifade etmeyeyim...

Neme lazım sonra altından çıkacaklar, başıma bela olabilir...

Çoluğum çocuğum var, daha üç yaşındalar...

Onlar için de olsa daha yaşamalıyım...

Neme lazım İlnur’cuğum...

Ben konuşmayayım...



GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

ÖNCE SENİ GÖRMEZDEN GELİRLER, SONRA ALAY EDERLER...


“Önce seni görmezden gelirler... Sonra seninle alay ederler...

Ve daha sonra seninle mücadele ederler...

Ve en sonunda...

Sen kazanırsın...

Gandhi...”

Yardımcım Selin Görgün göndermiş bu sözü...

Elbette bunların olabilmesi için insanın “haklı” olması gerekir...

Haklıysan ve dürüstsen Gandhi gibi, her türlü pislik üzerine yapışmadan yok olur gider...

Önce seni görmezden gelirler...

Çoğumuzu görmezden geldikleri gibi...



Sonra alay ederler...

Çoğumuza yaptıkları gibi...

En sonunda, görmezden gelmeleri ve alay etmeleri fayda etmez...

Bu sefer seninle mücadeleye etmeye başlarlar...

En karanlık, en kirli yöntemlerle...

Ve en sonunda sen kazanırsın...

Gandhi...

(VATAN)