Bu kadar eli kalem tutan insan hepimizin gözleri önünde dünyanın en çirkin işlerinden birinde malzeme taşıyıcılığı yapmış oldukları halde, duydukları nedameti -tabii nedamet duyuyorlarsa- neden okurlarıyla paylaşmaz? Neden içlerinden biri çıkıp da, “Tamam, kabul ediyorum, ben bir halt ettim, sorun bakalım neden?” türü bir samimiyet sergilemez?
Hasan Cemal’in 12 Mart askeri müdahalesi öncesinde yakınında yer aldığı ‘cunta’ ile ilişkisini anlattığı ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ kitabının bir benzerini 28 Şubat (1997) ‘post-modern darbesi’ için yazacak bir er kişi neden çıkmaz?
Şu günlerde kendi kendime en fazla bu soruyu soruyorum...
‘Kimse Kızmasın’ kitabını ‘Everest Yayınları’ yeniden bastı. Malum, ‘Devrim’ dergisi çevresinde bulunurken tanığı olduğu olayları anlattıktan sonra, bazı fotoğraf ve belgeleri de kitaba eklemiştir Hasan Cemal... Onlara göz gezdirirken darbenin hemen ertesinde çıkan ‘Devrim’ gazetesinin manşeti dikkatimi çekti: “Ordu, anti-Kemalist gidişe ‘artık dur’ dedi.”
İlk günlerde alkışlanan darbeciler, bu manşeti atan Devrim kadrosunu, Doğan Avcıoğlu ile İlhan Selçuk’u da, cezaevlerine göndermişti. Ziverbey Köşkü’nde kendisine reva görülen işkenceleri sonradan çok anlatmıştır İlhan Bey.
Acaba onun işkencecileri arasında 28 Şubat yüzünden tutuklu general de var mıydı? Aynı dönemde işkenceye uğrayanlardan Yavuz Önen“Benim işkencecim oydu” iddiasında çünkü...
Türkiye’de tarih hep tekerrür eder. Darbecilerin en büyük zararı destekçilerine dokunur meselâ... Ancak bir darbeyi destekleyen ve bu yüzden zarar görenler daha sonraki darbeyi de özlemle bekler; gelmediğinde huzursuz olur, gelsin diye çaba gösterir...
Bazıları “28 Şubat bir askeri müdahaleydi, bu yüzden hesaplaşması da askerlerle sınırlı tutulmalı” görüşünü ciddi ciddi gündeme soktu. Meramları, darbe soruşturmasının sivillere -özellikle de iş dünyasından ve medyadan işbirlikçilere- kadar uzanmaması... Oysa 28 Şubat askerlerin geri planda kalıp sivilleri öne sürdükleri, sivillerin de askerlerin aklından geçmeyen uygulamaları onlara benimsettikleri karmakarışık bir süreçti.
Askerler sorgulanırken darbenin sivil uzantıları ihmal edilebilir mi?
Hasan Cemal’in ‘Kimse Kızmasın’ kitabını okumuş bir savcının bu soruya vereceği cevap bellidir...
Kitabın en başlarında (s. 32) anlattığı 27 Mayıs (1960) darbesini gerçekleştirmiş kadrodan İrfan Solmazer’in, 12 Mart darbesini (1971) hazırlayan ortama katkısına, gençleri nasıl kışkırtıp kullandığına dair sarf ettiği “Ben İstanbul’da, Ankara’da onlara mısır patlatır gibi bomba patlatıyorum” cümlesi değil yalnızca... Kitap askerleri tahrik eden adresi açıkça fâş ediyor: Siviller... “Darbeyi daha radikalize etmek, onu yönlendirmek için darbeyi yapacak kadrolara mümkün olabildiğince sızmaktı” diye anlatıyor amaçlarını Hasan Cemal...
Erol Özkasnak’ın gözaltında savcılara verdiği ifade 28 Şubat’ta da benzer bir amacın varlığının -sonradan bile olsa- askerler tarafından da anlaşıldığına işaret ediyor.
Devrim’i çıkartırken “Askerleri kışkırtmak, darbeye gidişi hızlandırmak için” (s.163) bazı tarihlerden özel olarak yararlanırlarmış... “Bu açıdan” diyor Hasan Cemal “Devrim’in 10 Kasım 1970 tarihli sayısı ilginçtir. Fotoğrafları, karikatürleri ve yazılarıyla bütün sayfalarında genç subaylara ‘Haydi artık ne duruyorsunuz?’ havası basılıyordu.”
Yalnızca yazarak değil fiilen de cunta çalışmaları içinde yer almıştır siviller... ‘Devrim çevresinden bir mühendis’ diye tanımlanan bir kişinin, aranan birini özel otosuyla Ankara dışına kaçırdığını da yazar Hasan Cemal... (s.169)
Aynı sayfada Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’ın Nurhak dağlarında pusuya düşürülerek öldürüldüğü anlatılır. Pusuyu yapan Jandarma birliği komutanının emekliliği sonrası Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu’nda çalıştığını, Uğur Mumcu’ya araştırmalarında asistanlık yaptığını da öğreniriz...
Sivil-asker işbirliğinin darbeleri nasıl getirdiğinin röntgenidir ‘Kimse Kızmasın’ kitabı...
(STAR)