Daha ‘pembe hayal’ kesmeyecek miydik?



Bilmeyenlere hatırlatalım: 7 ay önce ‘Âkil gazeteciler ne yapmıştı?’ başlıklı bir yazı yazmış, Apo’nun idam kararının infazını durduran üç liderin o uğursuz toplantısından önce değişik eğilimlere mensup bir çok gazetecinin adeta tek bir merkezden yürütülüyormuşçasına bir kampanya yürüttüklerini kendi sözleriyle bu satırlara taşımıştım... 26 Kasım 1999’da düğmelerine basılmış gibi aynı hedefe ateş eden yazı sahiplerinden birisi de sendin Ertuğrul Özkök... İyi iş çıkarmış, Apo’yu ipten almıştınız!.. Ön saflarında senin de bulunduğun bu gazeteciler farklı kelimelerle aynı hayalin altını çizmişler, ‘parlak ufuklar’ edebiyatı yapmışlar, infazın durdurulmasının faydalarını şöyle sıralamışlardı: Ülkenin menfaati bunu gerektiriyor!..  Akan kan duracak!.. Barış ve huzur gelecek!.. Çocuklarımızın geleceği kurtulacak!.. Terör bitecek!.. Avrupa’yla ilişkiler mükemmelleşecek!.. Halk rahatlayacak, ölüm uzaklaşacak!..
Millete elbirliğiyle ‘gözbağı’ takılırken, idamı savunanları ‘darağacı üzerinden siyaset yapmak’la suçlamış ve onların ekarte edilip, aklımızla mantığımızla karar vermemizi tavsiye etmiştin... Ve milleti rahatlatmak için şu mesajı vermiştin: “Bunun sonunda ülkemiz uzun yıllardan beri hak ettiği barışa kavuşur...”

Eeee ne oldu şimdi? Bu ‘pembe tablo’dan, “Çözümün önündeki engel benim Türklüğümse, ondan istifa ediyorum” feveranına nasıl sürüklendin? Ne oldu ‘sevilesi’ öngörüne?

Bunları hatırlatınca belli ki rahatsız olmuş, hâlâ ‘suçu bastırıcı’ bir edayla şu cevabı kaleme almıştın: “O gazeteciler iyi ki bu yazıları yazmışlardır, iyi ki Türkiye bu hatayı işlememiştir!.. O gazeteciler “Apo asılırsa, ülke içinden çıkılmaz batağa sokulur” mesajı vermişlerdir!..
Müthiş öngörü!.. Batak!.. Ve sonuç!..

‘İdamın durdurulması’nın bununla sınırlı kalmayacağını, bu hamlenin Türkiye’yi bugünlere taşıyan zincirleme olaylar silsilesinde, domino taşının yıkılması anlamına geleceğini niye göremedin? Olur mu şimdi istifa etmek, çekip gitmek? Daha ‘pembe hayaller’ kesmeyecek miydik? 7 ay önce “Bu berbat tahmin sahiplerinden, daha doğrusu ‘yönlendirme tacirleri’nden ‘özür’ yerine ‘pişkinlik’ çıkması benim açımdan hiç de sürpriz değil... ‘Her devrin haklıları’ bu sefer haksız çıkacak değildi ya!..” derken haksız mıymışım? “Şimdi biz milletçe bütün bu kârımızı, Apo’nun yaşıyor olmasına, dolayısıyla sizin gibi başarılı kampanya sahiplerine mi borçluyuz” sorusunu sorarken hatalı mıymışım?

Keşke rahmetli babanın “Oğlum burası bizim son vatanımız. Gidecek başka vatanımız” yok vasiyetine uygun bir gazetecilik hayatı geçirseydin de ‘ateş bacayı sarmadan’ ayıksaydın... ‘Türklükten istifa’dan önce bugüne kadar ‘Türklük’ adına ne biriktirdiğine bir göz atıp, sorumluluğunu gözden geçirseydin... Keşke “Hayatım boyunca adında milliyetçi olan bir partiye oy vermedim” diyerek hâlâ ‘rüştü koruma’ gayretine girmek yerine, senin ve yol arkadaşlarının bu kara tablodaki parmak izlerine bir göz gezdirseydin... Ve keşke millete hayal ürünü ‘parlak ufuklar’ pazarlamak yerine, yükselen tehlikenin ayak seslerine kulak kabartmış olsaydın...

Sana verdiğim cevapta, “Ne yaparsan yap, hangi yöne dönersen dön, arkandaki kendi gölgen, şu soluk gölgen her kıpırdayışında ensene yapışacak” demiştim... Vebalin ve sorumluluğun o kadar ağır ki, ‘Türklükten istifa’ ironisiyle sorumluluğunu tam olarak yerine getirmiş sayılmazsın...

(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)