yeterince solcu" bulmamaya başlamıştık. Sorun ettiğimiz şey gazetenin solcu militanlara ve örgütlere "mesafeli" duruşuydu. "Devlet ağzıyla" konuşuyorlardı. Uğur Mumcu'nun terörün kirli ilişkilerini açığa çıkartan yazılarını adeta üzerimize alınıyorduk. Sol örgütlerin ve PKK'nın Avrupa ve bölge ülkeleriyle karanlık ilişkilerinden, uyuşturucu trafiğindeki rollerinden bahseden gazete "sol" olabilir miydi?
Büyüdükçe, Cumhuriyet'in solla ilişkisine dair asıl sorunun, bizim çocukken sorun ettiklerimiz değil statükoyu sahiplenişi olduğunu anladım. Cumhuriyet, halkın sandıktaki iradesi karşısında ülkenin elitlerinin "tarihi meşruiyeti" mitini radikalce savunan resmi gazeteden fazlası değildi.
Gazete bugün vardığı noktada ise, dünkü eleştirilerimizi mumla aratacak bir profile sahip. Eskiden meşruiyetini, yalnızca Kemalist modernleşmeciliğin müttefikleriyle kurduğu ittifaklarda arıyordu. Bugün ise bir garip hilafet devleti kurma hedefinde olan Cemaat çevreleriyle bile yan yana. Cemaat'in komplocu savcıları, gazetenin manşetinde savunuluyor.
Dün "kapansın el kapıları" diyen gazetenin anti emperyalist tavrının ya da yurtseverliğinin yerinde de yeller esiyor.
Cumhuriyet artık, Mumcu'nun, Abdi İpekçi'nin, Savcı Doğan Öz'ün katledilmesinden sorumlu olan küresel bağlantılı terörün propagandasını yapıyor.
Gazetenin bu gidişatından rahatsız olan Utku Çakırözer yönetiminin tasfiye edilmesinin ardından görev başına gelen Can Dündar da gaza sonuna kadar basıyor. Cumhuriyet'in sayfalarını Şebbihalarla, PKK'ya barış yaptı diye kızan hevallerle örüyor dört baştan.
Sahi, patronun kim Can?
Cumhuriyet son olarak Çağlayan Adliyesi'nde Savcı Mehmet Kiraz'ın şehit edilmesinin ardından yaptığı yayıncılıkla eleştirilerin odağına oturdu. Tüm dünyanın terör listesinde olan DHKP-C'nin bu kanlı saldırısına "terör" diyemeyen gazete manşetinde "eylem" tanımını kullandı. Daha da kötüsü, örgütün propaganda amacıyla paylaştığı fotoğrafları Avrupa basını bile mozaikleyerek verdiği halde, cam gibi ilk sayfasına bastı.
Cumhuriyet, bu sorumsuz ve dünyanın hiçbir demokrasisinde kabul edilemez yayıncılığı yüzünden Savcı Kiraz'ın cenazesinde akredite edilmedi. Cumhuriyet'i küresel teröre rehin veren Dündar geçenlerdeki bir yazısında bu yasağa ve eleştirilere yanıt vermeye çalışmış. Diyor ki, "Bir gazeteye hangi fotoğrafın basılacağına Başbakan karar veremez."
Haklı, Başbakan bu işe karışmaz. Ama terörün propagandasını yapan, şehidin yakınlarını ve milyonlarca Türkiyeliyi kahreden o vahşi kareleri gazeteye basmaya azıcık ilke ve ahlak sahibi hiçbir gazeteci de karar veremez.
Peki o halde kim yaptı bu iğrenç işi?
Sanırım yanıt Dündar'ın "Cumhuriyet'in patronu yok" sözlerinde gizli. Zira Ticaret Odası kayıtlarına göre Aydın Doğan'dan İnan Kıraç'a, Mehmet Emin Karamehmet'ten Gürbüz Çapan'a ve Turgay Ciner'e kadar gazeteye patron olmayan kalmamış.
Anlaşılan o ki bu pespaye terör gazeteciliğinin vebalini tek bir kişinin kaldırmayacağını düşünüp topu kolektif sorumluluğa havale etmişler.
Cumhuriyet'in yurt içindeki ve dışındaki adı açıklanmayan diğer patronlarını da yakında öğreniriz. Belki de bu işi ilerde bizzat Dündar yapar. Gazetenin eski yayın yönetmeni Hasan Cemal misali "Siz Cumhuriyeti çok sevmiştiniz" başlıklı bir itirafname de o yazar. Gazetenin yerli ve yabancı vesayet odakları ve terör gruplarının hizmetine verilişinin öyküsünü anlatır. Merak etme bu da satar Can.
Tehlikenin farkında mısınız?